Toplumda yüz binlerce yıldır var olan insanların en temel içgüdüleri hayatta kalmak ve hayatta kalmak için öğrenmek, tecrübe edinmektir. Yüzbinlerce yıldır yaşamlarını idame ettiren insanlar, yaşamlarının devam etmesini sağlamak için doğayı tecrübe edindiler. Başlarında bir öğretici olmadan, kendi başlarına öğrendiler bütün doğayı. Bunları anlatmamın sebebi birazdan tartışacağım konuya bir ön hazırlık yapmaktır, “İnsanlar başlarına bir öğretici olmadan öğrenebilirler mi?”.
Bir grup insana göre, insanlar başlarında bir öğretici olmadan herhangi bir şeyi net bir biçimde kavramaları mümkün değildir. Bunun en temel sebebi başka bir beyinde işlenmiş bilgi diğer zihne ancak aktarılabilir. Onlara göre yeni öğrenilen bilgi durmadan aktarıldığı için bütün beyinlerde işlenmiş ve her aktarıldığında daha parlak bir hâl almıştır. Aynı zamanda bilgi bir öğreticiden öğrenciye aktarıldığına her defasında daha da parlak olur ve aktarılması çok daha kolaylaşır. Madem bir bilgi öğretici olmadan öğrenilemez, o zaman ilk bilgi nasıl öğrenildi? Bu düşünceyi savunan insanlara göre ilk bilgi ilahi bir güç, yani tanrı tarafından insanlara aktarıldı ve aktarılan bu bilgi nesillerce atalarımızdan bize aktarıldı. Tanrı tarafından insanoğluna aktarılan ilk bilgi öğrenebilme bilgisidir. Bize aktarılan bu öğrenebilme bilgisi sayesinde şu ana kadar diğer bilgiler başka öğreticiler tarafından işlenip ve harmanlanıp günümüze kadar gelmiştir.
Diğer bir grup insana göre, bilgi asıl öğretici olmadan öğrenilir, tecrübe edilir. Yani Dünya’da var olan ilk insanlar her şeyi tecrübe etmiştir. Örnek olarak vücudunuzu tatlı bir suya (Tuzlu olmayan bir su sizi yukarı kaldıramaz, aksine dibe batırır.) daldırdığınızda, vücudunuz otomatik olarak siz istemeseniz bile seri bir biçimde çırpınmaya başlayacaktır. Bu istemsiz çırpınmanın en temel sebebi, atalarımızın tecrübe ettiği ve bize kadar aktarılan travmalardır. Yani doğayı yeni yeni keşfetmeye başlamış olan ilk insanlar tuzlu su kaynaklarına girdikleri zaman hiçbir uğraş sarf etmeden yukarı doğru yükselmişlerdir, boğulmamışlardır. Tatlı su kaynaklarına giren ilk insanların beklentisi aynı tuzlu suda olduğu gibi yukarı çıkmak olmasına rağmen çıkamamışlardır. Bu durumun sonucunda ya boğulmuşlardır ya da kulaç atmayı öğrenmişlerdir. Bu sayede bu bilgiler günümüze kadar aktarılmıştır. Demek istediğim bu bilgiler öğretilemez, tecrübe edilir.
İki durumu da toparlayacak olursam, bir grup insan bilgilerin öğrenilmesi gerek derken diğer bir grup insan da bilgiler öğrenilemez, tecrübe edilir der. Benim fikrimce bilgiler öğrenilmeyen, atalarımızdan bize kadar gelen tecrübelerdir. Atalarımızın tecrübe ettiklerini, biz de yaşadıkça öğreniyoruz. Sokrates’e göre “İnsan bildiğini öğrenir.”, yani atalarımız ne yaşadıysa biz de aynı durumu yaşadığımız takdirde öğreniriz. Bu bilgiler yaşamadan öğrenilemez. Aynı zamanda bu bilgiler bir öğretmen aracılığıyla da beynimize yerleştirilemez. Son olarak bir bilgiyi öğrenmenin en iyi yolu, o bilgiyi kitaplardan okumaktan ziyade, o bilgiyi yaşamaktır.