Kampa varmıştık ve herkes çadırlarını kurup akşam ateşi için hazırlanmaya başlamıştı. Her kamp gezimizde akşamüstü büyük bir ateş yakar ve etrafında toplanırız; sohbet eder, hikayeler anlatırız. Ancak bu seferki kampımızda bir değişiklik vardı. Her zaman odun toplama görevini üstlenen büyüğümüz Can aramızda değildi ve bu yük bana, ondan iki yaş küçük olmama rağmen, kalmıştı.
Genellikle odun topladığımız yerde bu kez yeterli odun yoktu. Daha fazla odun bulabilmek umuduyla biraz daha uzaklaştım. Keşke uzaklaşmasaydım! Aşina olmadığım bu alanlarda hızla kayboldum. Kendimi odunları getirememiş olmamla mı yoksa kaybolmuş olmamla mı daha çok üzsem bilemedim. İçimde büyüyen endişeyle karamsarlığa kapılmışken bir anda Can’ın sesini duydum. Görevini beklenenden daha erken bitirmiş ve ben ayrıldıktan kısa bir süre sonra kamp alanına geri dönmüştü. Beni orada bulamayınca, beni aramaya çıkmış. Nerede olabileceğimi sezgisel olarak tahmin ederek doğru yöne gitmiş ve beni bulmuştu. Can’ın güven veren sesini duyunca derin bir nefes aldım ve onun rehberliğinde, ikimiz birlikte kamp alanına güvenle döndük. Bu olay, kamp maceralarımıza hem bir heyecan katmış hem de aramızdaki bağı pekiştirmiş oldu.