“Hadi kalk artık.” dedim yatağının baş ucundayken. “Bugün babalar günü, senin günün!” Babam her sabah olduğu gibi yatağında horul horul uyuyordu. Annem ise çoktan kalkmış, her yıl yaptığımız geleneksel babalar günü pikniğimiz için bir sepet hazırlıyordu. Baktım babamın kalkacağı yok, onu daha sonra uyandırırım diye düşünüp mutfağa annemin yanına gittim. Biz tam sepeti doldurmuştuk ki babam çizgili pijamalarıyla mutfaktan içeri girdi. Günaydın, dedi babam yüzünde sıcacık bir gülümseme ile. Boynuna atlayıp günaydın diye karşılık verdim. Annemle piknik sepetini hazırlamayı bitirdikten sonra biz de hazırlandık. Dolabımdaki en güzel elbiseyi giymiştim. Üstünde minik mor leylaklar olan çiçekli bir elbiseydi. On beş dakika sonra kapıdan çıkıyorduk. Sürücü koltuğuna geçip arabayı garajdan çıkardım. Ehliyetimi alalı sadece birkaç ay olmuştu ve ailem pratik yapabileyim diye kısa mesafe yollarda arabayı benim kullanmama izin veriyordu. Annem ve babam yan yana oturmak istedikleri için arkaya geçtiler, piknik sepetini de yanımdaki koltuğa koydum. Babamın en sevdiği albümün CDsini yerleştirdim. Biraz trafik vardı; ama ailemleydim, çok ama çok mutluydum ve böyle ufak tefek sorunlar keyfimi kaçırmazdı. Güzel bir yolculuktan sonra piknik alanına vardık. Yemyeşil çimenler, cıvıl cıvıl öten kuşlar, gülümseyen güneş ve havada mis gibi bahar çiçeklerinin kokusu… Daha güzel bir haziran günü olamazdı, diye düşündüm kendi kendime. Boş, çimenlik bir alan bulup kareli piknik örtümüzü serdik. Annem piknik sepetinden yiyecekleri çıkardıkça babamın gözleri parıldıyordu. Taze meyveler, zeytin peynir benzeri kahvaltılıklar, bir termosun içinde çay demlemek için getirdiğimiz sıcak su, poşet çaylar, annemin daha bu sabah sıktığı taze meyve suyu ve dahası… Her açıdan kusursuz bir gündü. Yiyecekleri çıkarıp çay demledik. Annem ve babam kendilerine çay alılar, ben ise tazecik meyve suyunu tercih ettim. Kahvaltımızı bitirdikten sonra arabanın bagajından sekiz yıl önce, babamın on birinci yaş günümde bana hediye aldığı uçurtmayı aldım. Babam ilkokul hayatım boyunca hep benle uçurtma şenliklerine gelmiştir, birlikte yapmayı en çok sevdiğimiz aktivitedir uçurtma uçurmak. Uçurtmayı görür görmez hemen ayaklanıp yanıma geldi. Birlikte uçurtma uçurmaya başladık. Annem de piknik örtüsünün üzerinde bağdaş kurmuş yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle bizi izliyordu. Annemle göz göze geldiğimiz an “İşte mutlu aile tablosu.” diye geçirdim içimden. Bir süre sonra biz de annemin yanına oturduk. Artık babamın hediyesini verme vakti gelmişti. Elimi sırt çantama attım ve bir araba anahtarı çıkardım. Ben liseye başlarken babam ben güzel bir özel lisede okuyabileyim diye kredi çekmişti. Bir yıl içinde kredi borçları birikince de darda kalıp kanından canından çok sevdiği arabasını satmıştı babam. O arabanın anahtarıydı elimdeki. Babam elimdekinin neyin anahtarı olduğunu anlar anlamaz gözleri doldu. Arabanın kilidini açtım. Babamın gözleri kilit sesinin geldiği yere doğru kaydı. Dört yıl aradan sonra ilk defa görüyordu o çok sevdiği arabayı. Arabayı sattığımız kişiyi araştırıp bulmuş ve biriktirdiğim paraların üzerine annemin altın bileziğini ekleyip arabayı geri almıştık. Hediyemizi babalar gününe yetiştirebilmek için sürücü koltuğunun emniyet kemerinin bozuk olması gibi birkaç küçük tamir eksik kalmıştı ama yine de babamı böyle mutlu görmeye değerdi. Babam ağlayarak yanıma geldi, Bana ve anneme kocaman sarıldı. Sonrasında eve dönmek için eşyaları toparladık. Babam özlem gidermek için eve eski arabasıyla dönmek istedi, annem de benimle gelecekti. Annemle ben önde, babam arkamızda eve gidiyorduk. Birden telefonum çaldı, bilinmeyen numaraydı. Numara bilinmeyen olunca acaba ne oldu diye açtım telefonu. Alo, dedi bana çok tanıdık gelen bir ses. Telefonu hoparlöre alıp numarayı tanımaya çalıştım. Numaraya bakarken annemin çığlığı ile frene abandım. Az daha yola atlayan küçük bir kız çocuğuna çarpıyorduk. Ben ani fren yapınca babam arkamdan bana çarptı. O sarsıntıyı damarlarımda hissettim, o kadar sert çarpmıştı ki… Korkuyla arabadan indik. Babam kemeri bağlı olmadığı için arabanın ön camından fırlamıştı, yerde hareketsiz yatıyordu. Annem çığlık atıp telefona sarıldı. O ambulansı ararken çığlık çığlığa ağlıyordum. Hayatımda hiç aldığım ilk yardım eğitimine ihtiyacım olacağını düşünmezdim. İlk yardımı yapmak için yanına eğildim. Çok geçmeden ambulans geldi. Annemle birlikte ambulansa binip hastaneye gittik. Babam yoğun bakıma alındı. Yoğun bakımın kapısında ağlıyordum. “Başıma bunların geleceğini bilseydim o telefonu hiç açmazdım.” diye düşündüm ama son pişmanlık neye yarardı ki? Güzeller güzeli mor elbisem şu hayattaki kahramanımın, en kötü anımda yanında olan kişinin, kendi öz babamın kanıyla lekelenmişti. Yarım saat kadar umutsuzca yoğun bakımın önünde bekledikten sonra doktor, acı haberi vermek için annemin yanına gitti. Anneme bir şey fısıldadı. Annemin yüz ifadesini gördükten sonra kalbim hiç olmadığı kadar çok acıdı. İçimden bir şeylerin kopup gittiğini hissettim. Bir hafta sonra “Hadi kalk artık.” dedim mezarının baş ucundayken.
O Telefonu Hiç Açmamalıydım
(Visited 68 times, 1 visits today)