O Çiçek

O gün yine aynı sabaha uyanmıştım. Yine aynı beton yığınlarını görmüştüm camdan dışarıya baktığımda. Bir kahve hazırladım kendime ve camın karşısındaki çürümek üzere olan koltuğa oturup kahvemi ağır bir biçimde yudumlaya başladım.


Bir başıma kahvemi yudumlarken telefonumdan bildirim sesi geldi. Sabahın bu saatinde kim olabilir ki diye düşünürken yeniden bildirim geldi. Ayağa kalktım ve telefonuma doğru ilerledim, mesaja bakmak için telefonu aldığım sırada birisi kapıyı çaldı. Kapıya doğru yöneldim ve kapıyı açtım fakat kapıyı açtığımda dışarıda kimse yoktu. Tam kapıyı kapatıyordum ki yerde bir zarf gördüm. Zarf kan kırmızısı rengindeydi. Zarfı alıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Zarfı açmak için odamdan bir makas aldım ve zarfın üst tarafını kesmeye başladım. İçinden bembeyaz bir çiçekle bir mektup çıktı. Mektubun yazılı olduğu kağıdın üstünde birkaç damla kan lekesi gördüm. Mektubu okumayıp hayatıma devam mı etsem diye düşündüm çünkü biraz korkmuştum fakat hayatımın ne kadar sıradan olduğunu düşündüm ve merak da ettiğim için mektubu okumaya başladım. Mektupta;
”Umarım sana gönderdiğim o özel çiçeği beğenmişsindir. O çok nadir bulunan çiçek türü benim en sevdiğim çiçek türüdür. Onu ilginç kılan şey aslında beyaz renk olmaması. Dalındayken kırmızı olan bu çiçek dalından koparıldıktan sonra bembeyaz bir hal alıyor. Benim kim olduğumu merak etmişsindir diye tahmin ediyorum bu merakın uzun süre devam edecek. Zamanı gelince de kötü bir şekilde de olsa kim olduğumu öğreneceksin.”
Mektubun yarısına kadar geldiğimde korkunun artık bütün bedenimi kapladığını hissetmiştim ve okumaya devam ettim.
”Senden yapmanı istediğim şey bu bugün saat tam 19.27 olduğunda Gülhane Parkı’na gelmen ve beni orada beklemen. Sakın geç kalma. Bekletilmekten hiç hoşlanmam ve eğer gelmezsen ya da bu mektup olayından birine bahsedersen sana çok kırılırım ve kırıldığımda da aklıma kötü kötü düşünceler gelir o sebeple bunu yapmamanı tavsiye ederim.”


O an kalbimin başka bir yerde attığını hissettim. Korkudan ölmek deyimini ilk kez bu kadar gerçek yaşıyordum. Dediği saatte orada olabilmek için erkenden hazırlanmaya başladım hatta Gülhane Parkı’na bir saat önceden gittim ve beklemeye başladım. Çantama attığım biber gazını çantamdan çıkartıp montumun cebine koydum. Gergin bekleyiş telefonumun çalmasıyla son buldu. Telefonu açtım. Bu oydu fakat sesi kadın sesiydi. Şaşırmıştım fakat ona belli etmemiştim. ”Beni bekletmediğine sevindim. Sana verdiğim çiçek umarım yanındadır çünkü çok işine yarayacak.” dedikten sonra çiçeği evde bıraktığımı söyledim fakat telefon çoktan kapanmıştı. Fazla vaktim kalmamıştı ve bu durumdan bir an önce kurtulmalıydım. Eve doğru koşmaya başladım zaten evim de yakındı o yüzden çabucak vardım fakat evin kapısı açıktı. O an korku dolu bir zihniyetteydim ve ne yapacağıma doğru düzgün karar veremiyordum. Bir anda gelen bir cesaretle evin içine girdim ve her yere biber gazı sıkmaya başladım. En son hatırladığım şey bir kahkaha sesiydi ve gözümü açtığımda hastanedeydim. Hemşirelere ne olduğunu sorsam da bana cevap vermiyorlardı. En son bir hemşire kulağıma yaklaştı ve ”O çiçeği sakın kaybetme, zaman azalıyor.” dedi.

(Visited 113 times, 1 visits today)