Numara

Okuldan çıktığında saat akşam sekize geliyordu. Bütün gün okulda olmaktan çok yorulmuştu. Annesinin onu alacağı yere yürürken zar zor ayağını diğerinin önüne atabiliyor, dengesini korumakta güçlük çekiyordu. Sırtındaki çantası düşmek üzereydi. Bu çantayı neredeyse 6 yıldır kullanıyordu. Her yeri yırtılmasına rağmen asla vazgeçmeyecekti ondan. Babasının ona aldığı son hediyeydi. 10. yaş gününde babası onu kenara çekip gözlerini kapatmasını istemiş sonra da  büyük, birçok cebi olan siyah bir çantayı sırtına takmıştı.

“Rüzgar biliyorum bu hediyeyi şuan beğenmeyecek, senin yaşındaki kızlara uygun olmadığını söyleyeceksin. Ama sonraki zamanlarda anlayacaksın ki bir şey eğer sen ona kendi dokunuşunu eklersen değer kazanır. Kendi yaratıcı düzenlemelerini yaparsan, o şeye daha çok değer verir, ona daha iyi bakarsın. Bu yüzden  bu çantayı süslemeni böylece tamamen senin olmasını istiyorum kızım. Aslında bende başlangıç olarak kullanabileceğin bir şeyler var.”

Arkasında duran küçük kutuyu Rüzgar’a verdi. İçinde kumaştan yapılma tatlı motifler vardı.

“Beğendiklerin varsa çantana dikebiliriz seninle”

Rüzgar 2 tane motif seçmişti ve onları doğum gününden sonra çantasına dikmişlerdi. Birlikte eğlendikleri o son günü unutamayacaktı. Çünkü 1 hafta sonra babası bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti.

“Rüzgar! Beni duyuyor musun?”

Annesi ona arabasının içinden seslenene kadar daldığını fark etmemişti. Arabaya bindi ve yorgunluktan yol boyunca konuşmadılar. Geçtikleri yollar ona babasının cenazesini hatırlattı. Olabildiğince basit bir şey düzenlemek istemişlerdi. Akrabaları dışında pek fazla insan çağırmamışlardı. Zaten başka kimi çağırabilirlerdi ki? Bildiği kadarıyla babasının hiç arkadaşı yoktu ve annesinin arkadaşları cenaze zamanında ülkede değillerdi. Bir anda aklına cenazede gördüğü ama tanımadığı bir adam geldi. Adam aşağı yukarı babasıyla aynı yaşta duruyordu. Üstünde gayet şık, siyah bir takım elbise vardı. O gün adamın elindeki kitap çok dikkatini çekmişti. Kitap kalındı ve siyah, deri bir kapağı vardı. Rüzgar’ın bütün kitapları karton kapaklı olduğu için deri kapak hoşuna gitmişti.

Düşünceleri araba eve yaklaşınca yarım kaldı. Annesiyle kapıya doğru yürüdüler ve evlerinin önünde bir kargo kutusu duruyordu. Kutunun üstünde Rüzgar’ın adı yazıyordu. Rüzgar kargoyu alıp içeri girdi ve kutuyu açtığında cenazedeki deri kapaklı kitabı çıkarttı! Annesi kargoyu sordu ama o önemli bir şey olmadığını söyleyip geçiştirdi.

Yatağına oturduğunda hemen kitabın kapağını açıp okumaya başladı. Kitap fantastik bir dünyayı anlatıyordu. Rüzgar daha çok cinayet hikayeleri severdi ve kitap pek sürükleyici değildi ama eğer okursa babasını daha iyi tanıyabilirdi. Okumaya bir telefon numarası görünceye dek devam etti.

Numara el yazısıyla yazılmıştı. Ne yapacağını düşündü. Genellikle annesine söylemeden bir şeyler yapmazdı ama bunu annesine söylemekten çekinmişti. Numarayı tuşladı.

“Alo”

“Merhaba benim adım Rüzgar. Kitabın 120. sayfasında el yazısıyla yazılmış bir telefon numarası gördüm. Aradığımda siz çıktınız.”

“Gönderdiğim kitabı aldın demek. Ben Salih. Babanın okuldan arkadaşıyım. Lisedeyken bana bu kitabı hediye etti. O zamanlar en sevdiği kitaptı. Cenazede seni görünce okuman iyi olur diye düşündüm. Sana verecektim ama acil bir iş yüzünden erken ayrıldım. Yıllar sonra evi temizlerken karşıma çıktı ve özellikle senin okuman gerektiğini düşündüm.”

“Gerçekten mi? Teşekkür ederim. Emin olun okuyacağım.”

“Okursan babanı daha iyi tanıyacaksın. Şimdilik hoşça kal kapatmam gerekiyor.”

“Görüşmek üzere”

O gün Rüzgar anladı ki en değerli hediyelerden birini almıştı.

 

 

 

(Visited 29 times, 1 visits today)