Alarm ötmeye başlamıştı. Saat 6.00 olmuştu, kalkmam gerekiyordu. Norveç’in Reine köyüne yapacağım yolculuk için uçağa yetişmem gerekiyordu. Geceden hazırladığım ufak çantamı ve kameralarımı alıp havalimanına doğru yola çıktım. 8 saatlik yorucu bir uçak yolculuğunun ardından Leknes havalimanına gelmiş, konaklayacağım yere doğru yola çıkmıştım. Ertesi sabah köyün birkaç fotoğrafını çekip yaşlı bir adamın evine misafir olmuştum. Kendisine efsaneleri bilip bilmediğini sormuştum, seve seve anlatabileceğini söyleyip başlamıştı.
“Yüzyıllar önce Lofoten dağlarından birinin zirvesinde bir mağarada devasa, güçlü bir ejderha yaşarmış. Ejderhanın kadim bir görevi varmış, mağarada bulunan kılıcı korumak. Efsaneye göre kılıcı eline alabilecek kişi tanrılara erişme yeteneğine sahip olacaktır. Tabii bunu duyan savaşçılar birer birer veya gruplar halinde dağa seferler düzenliyorlarmış fakat giden kimse geri dönemiyormuş. Ta ki üç savaşçı Erik, Njal ve Arne beraber gitmeye karar verene kadar. Sabahleyin köydekilerin uğurlamasıyla yola çıkan savaşçılar, ilk günlerini zorlanmadan atlatmayı başarmış, akşam olmasına yakın buldukları bir mağarada ateş yakıp geceyi orada geçirmişler. Ertesi sabah erken saatte tekrar yola çıkmış, kendi aralarında ejderhayı nasıl öldüreceklerini konuşup gülüyorlarmış. Fazla ilerleyemeden karşıya geçmesi zor olan bir yol ile karşılaşmışlar. Yol o kadar darmış ki iki ayaklarını yan yana duramıyormuş. Ayaklarını sırayla ileri atan savaşçıların bir tarafının ölümcül boşluk olması işleri daha da zorlaştırıyormuş. Yavaş da olsa karşıya geçmeyi başarmış, gece olmaya yakın yine bir mağarada ateş yakıp geceyi orada geçirmek için hazırlık yapmışlar. Gece çıkan fırtına mağaranın tavanındaki kayalardan birini sallamış, sallamış ve kırmış. Kırılan kayanın çıkardığı sese uyanan Arne ve Njal, kayanın Erik’în üstüne düştüğünü gördüklerinde buradan geri dönüş olmayacağını biliyorlardı. Gün yavaştan ağarıyordu. Arne ve Njal’ın yola koyulması gerekiyordu. Erik kayanın altında kalmıştı, kaya hareket ettirilememişti. O gün çok sessiz geçmişti, ikisi de bir kelime konuşmuyordu. Sessiz sakin bir gün olmuştu, Arne ve Njal tekrardan bir mağaraya ateş yakmışlardı. Arne tam yere oturacakken yerdeki külleri fark etmişti. Küller ejderhanın buraya kadar geldiğini işaret ediyordu. Bunun üzerine nöbet tutarak uyuma kararı alan iki savaşçı geceyi yarım uykuyla geçirmişlerdi. Ertesi gün yola çıktıklarında öğlene doğru dağın zirvesine ulaşan ikili mağara girişine gelmişti. Njal önde Arne arkasında mağaraya girmişlerdi. Yerlerde kafatasları duruyordu, daha önce buraya çok kişi ulaşmıştı fakat dönebilen olmamıştı. Njal kılıcı görmüştü, kılıç yere saplanmış duruyordu. Yavaşça kılıca doğru ilerleyen Njal’ı mağaranın derinliklerinden gelen ses durdurmuştu. ‘Sakın bir adım daha atma’ diyerek elinde bastonu andıran bir odun parçasıyla mağaranın derinliklerinden gelmişti. Njal ihtiyarı gördükten sonra ‘Bu kadar yolu bir ihtiyarın beni durdurması için gelmedim’ diyerek kılıcını kınından çıkarıp ihtiyara doğru adım atmaya başlamıştı ki attığı adımlar son adımları olmuştu. İhtiyarın arkasında beliren ejderha Njal’ı saniyeler içinde küle çevirmişti.”
“Arne bunun üzerine kılıcını çıkarıp yere bıraktıktan sonra ihtiyarın önünde eğilmişti. Yolda çektikleri zorlukları anlatıp ihtiyardan kılıcı almak için bir şans istemişti. İhtiyar alaycı bir tavırla deneyebileceğini fakat başarısız olursa ejderhanın nefesine maruz kalacağını söylemişti. Arne kılıca yaklaşıp kendinden emin bir şekilde elini kılıca uzatmıştı, eli kılıca değer değmez kılıç parlamıştı. İhtiyara bakan Arne ihtiyarın yüz ifadesini görünce başardığını anlamıştı. Kılıcı yerden çıkarıp havaya kaldırmış ve kılıcın parıltısı mağarayı aydınlatmıştı.