Tenisle alakası olan herkes az çok tanır şu an yazacağım adamı; çok büyük işler yaptı. Lakabı “Nole”; ona neden ‘’Nole’’ denildiğini ben de bilmiyorum açıkçası, galiba Nadal’a ‘’Rafa’’ denilmesi gibi bir şey. Tahmin ettiğiniz üzere teniste dünya birincisi olan Novak Djokovic’ten bahsediyorum.
22 Mayıs 1987’de Sırbistan’da doğdu. İlk turnuvalarına 2003 yılında, ilk defa Sırbistan adına maçlara çıkan Djokovic’in o zamanda bile belliymiş iyi bir tenisçi olduğu. Ama en iyi çıkış yaptığı yıl en iyi dönemlerinde Nadal’ı ve Federer’i yendiği 2007 senesi olduğunu düşünüyorum. En önemli turnuvalar olan Grand Slam turnuvasını kazanan ilk Sırp tenisçidir. O her şeyi inanarak yaptı, hayatını buna adadı ve kazandı. ‘’Belki de sorunum fiziksel değil, zihinseldi. Zihnime dinginlik kazandırmak için meditasyona, ardından da yogaya başladım. Antrenmanlarım bir takıntı halini aldı: Her gün, günde 14 saat yalnızca zihinsel ve fiziksel oyunumu geliştirmeye odaklandım. Bu süreçte dünyanın en iyi 10 tenisçisinden biri oldum. Ama benim bir hayalim vardı ve bu, en iyilerden biri olmak değildi. Dünyada en iyi olan iki oyuncu –Roger Federer ve Rafael Nadal- vardı. Onlar için ben, işleri zorlaştığında her an def edilecek, ara sıra sorun çıkaran bir baş belasından başka bir şey değildim. Bu adamlar elittiler. Bense bir alt sınıfta kalmıştım.” diyor. Biraz haklı da çünkü Federer veya Nadal dediğimizde aklımıza gelen düşüncelerle Djokovic denilince gelenler çok farklı. Ancak yaptığı özel diyetler, hayatını adaması ve söylediği bu sözler bence kalitesini gösteriyor. Djokovic’i doğal bir yetenekten çok, sonradan üretilmiş bir makine gibi gördü kimileri. Bu iş için elbette yetenek gerekiyor ama Djokovic gibileri bunu düşünceyle birlikte yani kendini hem mental açıdan hem de fiziksel açıdan bu işe adarsanız yapabileceğinizi gösteriyor.
Söylediğim gibi bu çalışma, bu emek karşılığını her zaman veriyor. Örneğin 2015 sezonunda neredeyse Grand Slam* oluyordu. Gerçekten de Djokovic’in istikrarı sezon boyu inanılmaz seviyelere geldi. ATP istatistiklerinin dördünde de zirvedeydi. Ayrıca diğer dört listeyi daha ilk 10 içinde tamamladı. Ama asıl etkileyici olanı, dünya sıralamasının ilk 10’unda yer alan rakiplerine karşı tam 31 maç kazanmasıydı. Bu bir rekordu. Önceki rekor 2012’deki 24 ile zaten ona aitti. Fakat bir soru işareti vardı; bu etkileyici rakamlar neden seyircilerde o derece büyük bir hayranlık yaratmıyordu? Son Amerika Açık finalinde de tanık olduğumuz üzere Djokovic, Federer’e karşı servis atarken yuhalanıyordu. Londra’daki sezon sonu turnuvasını kazandıktan sonra Jon Wertheim bir tweet atmıştı: “Bırakın tenisi, spor tarihinde Djokovic’in muhteşem oyunundan hak ettiğinden daha az söz edilmiş bir konu var mı acaba?”
Belki de, ki bu benim düşüncem; insanlar onun bu yaptıklarını nasıl yaptığını bilemeyip ve birazcık kıskançlıkla veya taraftarlık duygularıyla düşünerek bu adamı diğerleri kadar sevmiyorlar ancak en çok takdiri hak eden hatta en çok saygıyı hak eden tenisçilerden biri. Bence bu yazdığım yazı sadece bir tenisçiyi değil aynı zamanda bir başarı öyküsünü anlatıyor.
*Grand Slam turnuvanın adı olmakla beraber aynı yıldaki 4 turnuvayı kazanırsanız bu unvana da Grand Slam deniyor.
https://www.youtube.com/watch?v=t8FGJoFjWjA
kaynakça:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Novak_%C4%90okovi%C4%87
www.socratesdergi.com/2016/01/28/orada-olmayan-adam/