Şehir yeni aydınlanıyordu. Lapa lapa kar yağıyordu. Alt katta mısır gevreğimi yerken annemler ve kardeşim uyuyordu. Zil çaldı. Kapıdaki yakın kuzenim Mabel’dı. “Selam Violet!”, dedi. “Merhaba Mabel! Hadi çıkalım.”, sırt çantalarımızı aldık ve yola çıktık.
Hava soğuktu. Tren garına doğru yürüyorduk. Kulaklıklarımızda çalan şarkılar bizi mevsimle uyumlu hale getiriyordu. Yaklaşık on dakika sonra kalabalık ve bembeyaz olmuş gara varmıştık. “Violet”, dedi Mabel. “Burası fena kalabalık, hızlı olmazsak treni kaçırabiliriz!”. Cevap vermesem de haklıydı. Eğer treni kaçırırsak yılbaşımız mahvolurdu!
Ne kadar acele işler Mabel’ın hoşuna gitmese de insanları ite kaka peronlara ulaştık. “İşte orada!”, dedi Mabel peronumuzu göstererek. Hızlıca trene bindik. Bizi bir kondüktör karşıladı. “Biletlerimiz.”, dedim biletleri göstererek. “Buyrun, on üç numaralı kompartıman.”, dedi kompartımanı göstererek.
Girdik ve kapıyı kapattık. İçerisi büyüktü. Yatağa dönüşebilen iki koltuk ve üstlerinde de minik dolaplar vardı. Hemen oturduk ve bir oh çektik. Mabel hemen çantasını yukarı koydu, koltuğu yatağa çevirdi, peluşunu, battaniyesini aldı ve başından beri elinde olan kahvesiyle birlikte yatağa girdi. Bana bakarak güldü. “Trenin hareket etmesine kaç dakika kaldı?”, dedi. Bilmiyorum anlamında omzumu silktim. Heyecanlı görünüyordu.
Ben de yatağımı açtım ve bilgisayarımı ikimizin de görebileceği bir yere koydum. Netflix’den bir yılbaşı filmi açtık. Hemen çantamdan mısırlarımızı çıkardım. Birkaç dakika sonra trenin hareket etmesiyle sallandık. “Nihayet!”, dedi Mabel. Yolculuk başlamıştı.
Aynı zamanda kar yağışı artmıştı. Tipiye dönecek gibiydi. Yarım saat sonra Mabel uykuya dalmıştı bile. Bende biraz kitap okumaya karar verdim. Yaklaşık bir saat sonra Mabel esneyerek uyandı. “Günaydın uykucu”. “Günaydın. Hala gelmedik mi?”, dedi. “Hayır, daha iki saat oldu. Herhalde iki saat sonra varırız.”. Biraz konuştuk ve birşeyler atıştırdık. “Violet, şu havaya bak!”, dedi pencereyi göstererek. Onun hatırlatmasıyla fark ettim. Artık tipiden bile fazla ve hızlı yağıyordu.
Tren hafif hafif sallanmaya başlamıştı. Yarım saat sonra artık tren fark edilecek şekilde sallanıyordu. İkimiz de korkmaya başlamıştık. Mabel resim çizerken ben de dışarıyı seyrediyordum. Bir anda bulutlara çok yakında, kırmızı giysili, şişman biri gördüm. Ama aniden yok oldu. “Mabel!”, diye çığlık attım. “Ne oldu?”, diye sordu merakla. Onu yanıma getirdim ve aynı yere bakmasını söyledim. Birkaç saniye sonra ikimiz de tekrar gördük. Dilimizi yutmuş gibiydik. Birbirimize bakmakla yetindik. Sonra tekrar kayboldu. “Bu, bu noel baba!”, dedi Mabel ağzı kulaklarına varmış halde. Gözlerime inanamıyordum.
Mabel dans ederken trenin sallanmasıyla yere düştü. Gizemli adam, trenin sallanması, bana normal gelmiyordu. Bir anda sanki kasisten geçiyormuş gibi zıpladık. “Aaaa! Neler oluyor?”, diye çığlık attı Mabel. Hemen pencerenin yanına koştum. Tren havalanmıştı! “Mabel, uçuyoruz!”. Koşarak yanıma geldi. Gözlerine inanamıyordu.
Aniden trenin önünde ren geyikleri belirdi. “Violet! Masallardaki gibi! Uçuyoruz!”, dedi. Dışarıyı daha dikkatlice izledim. Birkaç metre ötede bir portal vardı! Ren geyikleri portala doğru gidiyordu. “Mabel! Bir portala giriyoruz!”, diyerek ona portalı gösterdim.
İkimiz de rüyada olduğumuzu düşünüyorduk. Tren iyice yükseldi ve portala yaklaştı. Aniden her yer zifiri karanlık oldu. “Mabel, portala girdik!”, dedi. Yavaş yavaş ortam aydınlandı ama gökyüzünde mor kuzey ışıkları vardı ve kar azalmıştı. “Mabel! O da neydi öyle?”, dedim. “Çok garipti! Ama o adamın noel baba olduğuna eminim!”, dedi. Enerjimizi sanki portal çekmişti. Sesimiz soluğumuz çıkmıyordu. Birkaç dakika sonra tren alçaldı ve tekrar rayların üstünde yavaşça ilerlemeye başladı. Ren geyikleri hala trenin başındaydı. Tren iyice yavaşladı ve durdu. “Nihayet geldik!”, dedim. Hemen eşyalarımızı topladık ve yataklarımızı topladık. Kompartımandan çıktık. Herkes bizimle aynı durumdaydı. Bazı insanların yüzü beyazlamıştı. Trenden indik. Hala kar yağıyordu.
“Violet, hadi ren geyiklerine bakalım!”, dedi Mabel. Birlikte birinci vagona doğru ilerledik. Ren geyiklerini görebiliyorduk. “Violet, uçmaya hazırlanıyorlar. Bak, noel baba ve kızağı da orada!”, dedi. Ren geyiklerinin boyunlarında altın kolyeleri ve üstünde isimleri yazıyordu. Noel babanın ise meşhur kırmızı şapkası kafasındaydı. Kızağın içinde ise hediyeler vardı. Mabel mutluluktan ve heyecandan havalara uçuyordu. Noel baba özel kelimeleri söyledi ve havalandılar! Gördüğüm en güzel şeydi.