Yenilikler hayatımızda her zaman olacak şeylerdir. Yenilik ve eski kalmak kavramları insanların icat ettiği zaman kavramı gibi değil midir aslında? Bunun bir çeşit dışavurumu değil midir? Eski olmayan, benzeri olmayan, kendi kavramının ve varlığının ev sahibi olan her türlü şey yeni olarak kabul edilebilmektedir, sonuç olarak. Peki, eski ve yeninin hayatlarımızda etkisi nedir ve neden bu kadar namı vardır bunca insan arasında?
Yeni kavramı benim için özellikle güzel veya kötü bir anlama sahip olmaktan çok uzaktır. Yeni veya eski benim gözümde zamanın eski olup gerisinde kalma, günümüzden uzaklaşma veya yeni olmak, en güncel olmaktır. Fakat insanların gözünde yenilik ve eskilik çok farklı anlamlara sahiptir. Kimisi için, pek ilginçtir ki, iyi veya kötüyü bile temsil edebilir!
Burada iki farklı kavramdan bahsetmek istiyorum. İlki Skolastik düşünce kalıbı, bahtlı inançlar ve inanışlar. Bu tarz düşünce biçimleri, aynı benzerleri ve farklıları gibi kendi kişiliklerine sahiptir denebilir. Genellikle topluma birtakım öğretiler, inanışlar ve kurallar öğütleyen bu takım inanış biçimleri en belirgin özellikleriyle “otoriter” düşüncelerdir. Bu nedenle karakter olarak insanları yeniliğe ve sorgulamaya kapatmaya meyillidirler. Sağ ayakla bir yere girmeniz demek, sağ ayakla bir yere girmenin iyi olduğu bir inanışta kabul gördüğünüz, toplumunda değer sahip olduğunuz ve öğretiyi takip ettiğiniz anlamına gelmektedir. Herhangi mantıklı bir sebebe bağlanmaksızın bir kural olması, düşüncenin otomatikman sizi sorgulamaya da kapatmak istemesi gereğini duymasına neden olur. Velhasıl, sağ ayakla bir yere girmeniz sağ ayakla bir mekâna girmiş olmanız demektir, işin aslında.
İşler, siz bu inanış bütününe sorgulamayı ve yeniliği sokmaya başlamanızla başlar. “Neden sol ayakla girmiyoruz?” diye başlayan bir konuşma bulutu sizi elbet bir gün sol ayakla bir yere girmeye itecektir ve de sonunda bir odaya sol ayakla girdiğiniz zaman öğretiden ve o inanış bütününün dışına çıktığınız anlamına gelecektir. İşte o zaman insan psikolojisi bizi çok şaşırtır. Çünkü görürüz ki insanlar yeniden korkarlar, eskilerin onu cezalandıracağını düşünerek, bir o kadar da bilinmeyen yeniden çekinerek.
Peki, insanlar neyden korkar? Bu sorunun bir kısa bir de uzun cevabı vardır. İnsanlar bilimsel olarak ölümden korkarlar. Böylece beyinleri, ölümle bağlantılı olan diğer her şeyden korkar ve engel koyar, yok oluş ile bağlantısı olan herhangi bir başka kavramla. Bu nedenle, yalnızlık, dışlanmışlık, toplum baskısı, keskin dişler, doğal olmayan suratlar bizim için korkutucudur; çünkü atalarımız bunlardan kaçınarak hayatlarını sürdürebilmişlerdir. Korku madalyonun da diğer bir yüzünde bilinmezlik vardır. İnsanlar bilinmezlikten korkarlar lakin bazıları da bir o kadar içine çekilir, kumardır sanki bazılarımız için ve bunun tiryakisi olmuşlardır: İyi mi kötü mü? İşte o insanlar, o cesur topluluklar bizi yeniliğe iter, çünkü “Daha iyisi olabilir mi?” arayışı ve sorgulama yetisi her insanı en doğal hakkıdır. Peki, yeni bir bilinmezlik midir? Evet. O zaman yeniliklerden de korkulur mu?
Tabii korkulur! O nedenle çok zor değil midir, yeniyi savunmak, onun arkasında durup kol kanat germek? Sonucunu net olarak bilmediğiniz bir şeye güvenmek ve inancınız uğruna savaş vermektir yenilik. Bu vatanı kurtaran bir yenilik ışığıydı ve onu söndürmek isteyen de eskinin aşılamayan korkusuydu. Daha iyisi uğruna savaşan insanlardı, yenilik. Bu yüzden çok zordu diğer her şey.
Hep öğrenin, hep sorgulayın derim ben. İlk kez elektrik gören bir insan oluverin. Onu merak edin, inceleyin, öğrenmeye çalışın doğasını. Çünkü çözüm, anlaşmaktan gelir. Prizden korkup kaçmak, kablolara dokunmamak, dokunanları taşlamak; sadece sizi değil, arkanızdan bir toplumu da karanlığa sürükleyecektir. Elektriğin de bu konuda ne iyisi ne de kötüsü olacaktır. Fark sadece sorgulamak ve düşünmektir. Fark insanlardır, elektrik akımları değil.