Sabah, akşam antrenmana tabi tutularak yaşamları boyunca yarışa hazırlanan yarış atlarının tek bir amacı var: derece yapmak. Her ne kadar seyisleriyle aralarında özel bir bağ oluşsa da genellikle çoğu insan, onların değerini aldıkları derecelerle ölçüyor. Uzun lafın kısası bu canlılar, son nefesini verene kadar seyislerinin köleliği altında çalışarak önlerindeki atı geçmek üzerine kurulu bir yaşam sürüyorlar.
Bir lise öğrencisi olarak zaman zaman okul yaşantımda bir yarış atından farkımın ne olduğunu sorgularken buluyorum kendimi. Bize dayatılan fikirler ve sahip olduğumuz zihniyet yüzünden kollarını açmış bizi bekleyen sınavlara doğru koşmaktan başka bir çaremizin kalmadığı bu sistemde, öğrenciler olarak aynı bir yarış atı gibi sabah akşam çalışarak bizden önde olan bir başka öğrenciyi geçmek için çabalıyoruz. Kendi yarattığımız bu sistem bir bataklık ve bizler de hata yapmamak için debelenirken bu bataklığa iyice gömülüyoruz. Kendi hırslarımızın ve hedeflerimizin ya da toplum baskısının kölesi olmuş çalışırken aslında işin özünü de ders kitaplarının oluşturduğu devasa dağınıklıkta kaybediyoruz: öğrenmek.
Okula gitmemizin asli amacı nedir? Öğrenmek, öğrenmek ve öğrenmek. Peki, bizim yaptığımız nedir? Ezberlemek, ezberlemek ve ezberlemek. Kafamızı testlerden kaldırmadan, bilgileri günlük yaşantımızla bağdaştırmadan, öğrendiklerimizi somut örneklerle pekiştirmeden, anlatınlarları hayatımıza entegre etmeden ve en önemlisi ne ile uğraştığımızı tam anlamadan gerçekten öğreniyoruz denebilir mi?
Bana kalırsa şu anda yaptıığımız tek şey önümüzdeki sınavlarda birbirimizi geçmek için bilgileri temellendirmeden ezberleyip geçmek. Amacımız ise bilgileri kalıcı bir şekilde öğrenmek değil, hata yapmamayı başarabilmek. Bu bağlamda da en iyi öğreneni değil en az hata yapanı ödüllendirmek. Yani aslında yaptığımız şey bilgileri değil az hata yapmayı ya da hata yapmamayı öğrenmek.
Peki hata yapmamak bizi neye itiyor? Hata yapmamaya çalışmanın zararlı sonuçlarının başında fikirlerini saklamak ve geri plana atmak geliyor. Ya bu söylediğim, yaptığım ya da yazdığım yanlış çıkarsa ve ben başarısız görünürsem, diğer arkadaşım beni geçerse diye düşünmekten kendi düşüncelerini dile getiremez hale geliyorlar. Bunun sonucunda ise robot gibi durmadan aynı ezber cümleleri kullanan ve test çözmekten dolayı sadece karşısına seçenek sunulursa duğruyu bulabilen insanlar yetişmiş oluyor.
Yani şu anki eğitim sistemi insanları üniversiteye hazırlayan uzun bir maratondan başka bir şey değil. Bununla paralel olarak da birçok olağanüstü yetenekli, akıllı ve yaratıcı insan, öyle olmadıklarını düşünüyor. Çünkü okulda iyi oldukları şeylere değer verilmiyor, eğer dersleri yeteri kadar iyi değilse bu baskıyla karşılaşmalarına sebebiyet veriyor. Bu da insanların hem yeteneklerini hem de yaratıcılıklarını köreltiyor.
Özgür olmadığın, hissetmediğin bir ortamda yaratıcı da olamazsın. Yaratıcılık fikirlerden, beyin fırtınasından gelir. Daha kendi fikirlerini belirtmekten korkarken ortaya özgün bir şey çıkarmak nasıl mümkün olabilir?
Bunun içindir ki, eğitim sisteminin sınavlardan çok öğrenme odaklı olması ve ölçme sisteminin de teste dayalı değil yorumlama ağırlıklı bir hale büründürülerek öğrencilerin ne kadar anladığına dair bir ölçüt haline gelmesi kanaatindeyim. Bunların yanı sıra, hata yapmaktan korkmayan ve düşüncelerini özgürce öne sürebilen bir kitlenin yetişmesi için öğrencileri birbirini geçmeye değil, hep beraber öğrenmeye motive edilmesi gereklidir.
Ayrıca, yetenekli ve ilgi alanları farklı olan öğrenciler bastırılmak yerne teşvik edilmeli, ders yükünü arttırarak okul dışı aktivitelerden uzaklaştırmak yerine öğrencilere planlı bir şekilde yaşamlarının her iki kolunu nasıl yürütecekleri öğretilmelidir. Bunu başarmak içinse okullar, öğrencilere ders dışı imkanlar sağlayacak biçimde geliştirmeli ve öğrenci için gereklii olan her şey okul bünyesinde barındırılarak öğrencinin hem okuldan kopmaması hem de ilgi alanı ve yeteneklerinin yönlendirdiği konularda başarılı olması sağlanmalıdır. Bu denge sağlandığı takdirde hem başarıya hem de yaratıcılığa rahatlıkla ulaşılacaktır.
Çünkü, ”Bize çalışkan köeler değil,yaratıcı zekalar gerek.”