Amanın! Burası insan dolu! Bu kadar ışık kirliliğinin olduğu yerde asılı durmak istemem. Şu anda birkaç çevirmen görüyorum. Galiba İspanyolca konuşuyor ama şunu anlayamadım, neden bana “Mona Lisa” diye sesleniyorlar? Bu benim adım mı? Olamaz! Arkadaşım Venüs de Milo’nun yanına gidiyorlar, o baskı altında kalmayı hiç sevmez. Galiba yine bunalıma girdi.
Şimdi, biraz buranın bulunduğu yerden bahsedeyim. Burası Fransa’da bulunan Louvre Müzesi ve karşısında hepinizin bildiği Eiffel Kulesi var. Benim yuvam Paris’in merkezinde bulunuyor. Burası bir piramit şeklinde ama içi inanılmaz geniş. Bu arada, benim önümde dikilen kameralı insanlar yüzünden hiçbir şey göremiyorum. Ben de sevilecek ne var ki? Neyse, devam edelim. Buranın tavanı camla kaplı olduğundan özellikle de sabahları çok terliyorum. Bir de beni camla kaplanan bir yere asmışlar, bu iki katı ter demek.
Şöyle bir şey var ki hepimiz arkadaşlarımızdan ayrı kalıyoruz çünkü hepimiz ayrı odalardayız. Bu haksızlık! Ama onlar arkadaşlarıyla grup grup geliyorlar buraya.
Ah, sonunda! Müze kapanıyor, artık biraz gözlerimizi dinlendirme vakti. Bir günde buraya gelen insanların sayısında kamera ışığı yeter.