“Seni öylesine sever, senden hiç ayrılmazken, ayrıldığıma nasıl da seviniyorum, bilmem. Beni affedeceksin, biliyorum….” diyerek sözlerine başlayan Gothe, Genç Werther’in Acıları isimli eserinde büyük bir aşkı ve çaresizliği vurgulamaktadır. 4 Mayıs 1771 yılından başlayan bu kitap mektup tarzını benimsemiş ve aynı zamanda bir hukuk stajyeri olan Werther’in Almanya’daki yaşam öyküsünün sonunda kendine yetemeyecek kadar büyük bir ızdırapla intihar edişini ele alır. Gothe, bu kitabı yazdıktan sonra ne kadar büyük bir ün kazansa da Almanya’daki intihar girişimlerini arttırmasıyla büyük bir ilgi görmüştür. 1774 yılında basılan bu eser bir Dünya Klasiği olarak sunulmakta ve yazarın aşk hayatından izler taşımakta. Gothe, Wetzler Mahkemesinde görev yaparken Charlotte Buff adında bir kadına karşılıksız bir aşk beslemiş ve bunu da yazıya dökmüştür. Kitabın sonu ne kadar yaralayıcı olsa da Gothe’nin hayatından da izler taşımak durumunda olsa bile inithar girişimini bir arkadaşından esinlenerek yazmıştır.
Kitap başlarda Werther’in normal yaşamından bahsederek başlar. İş hayatı, gezdiği sokaklar, kendine olan sevgisi… “İçimde büyük bir ferahlık var. Doya doya tadını çıkardığım güzel bahar sabahlarına benziyor bu. Yalnızım. Benim gibi duyanlar için yaratılmış bu yerlerde bulunmak beni sevindiriyor. Çok mesudum, dostum. Sanki benliğime öyle gömülmüşüm ki, sanatım bundan zarar görüyor.” diye kendi ifade ederek devam eden yazar Wilhelm adında bir arkadaşına mektuplar halinde başından geçen olayları anlatıyordur. Bir gün arkadaşına birisiyle tanıştığı yazan Werther, “Bu kız bir melek. Vazgeç, bu olmadı. Herkes sevdiği için bunu söyler. Değil mi? Ama yine de, onun ne kadar kusursuz olduğunu, neden kusursuz olduğunu sana anlatmak elimden gelmiyor. Şu kadarını söyleyeyim, ona bütün kalbimle tutuldum.” Lotte için bu sözleri kullanmıştır. Son cümlesinin altını çizmemle birlikte bu duygular yaşadığı mutluluğun ve huzurun dengesini bozup daha sonrasında onun için bir işkenceye dönüşecektir.
Lotte ile tanışıp ona karşılıksız bir aşk besleyen ancak bunun imkansız olduğunu kendine yediremeyen Werther zamanla Lotte’nin en yakın arkadaşı olmuştur. Nişanlısı Albert’ın iş dolayısıyla şehirde olmaması her iki karakter içinde ne kadar olumlu gibi görülse de içinlerinde bir kaygıya sebep olmaya başlamıştır. Çünkü ikiside birbirlerine olan duygularını ve aralarındaki imkansız aşkı inkar edemiyorlardı. Gel zaman git zaman Albert dönmüştü ve Werther aileye dahil olmuştu. Bu durum ne kadar onu hüzünlerdirse de elinden gelen tek şey Lotte’yi karşılıksız sevmekti. Üstelik sonunun ne olacağını da biliyordu ve yüreğindeki korku ve acıyı dizginleyemiyordu. Uzun bir süre daha bu durum devam etti. Ancak bir süreden sonra artık Werther dayanamamıştı. Lotte’ye olan duygularını açıklayan Werther, herhangi bir karşılık alamayınca ümitsizliğe kapıldı. Lotte de bu durum karşısında iyi değidi amma ve lakin elinden hiç bir şey gelmiyordu. Albert’ın da bu durumu öğrenmesi üzerine Werther’in artık düşüneceği tek bir yol vardı: İntihar…
Aradan haftalar hatta aylar geçti. Werther ümitsizlik ve çaresizlik içinde şehirden ayrılmıştı. Düzeleceğini sanarken kendini ölümün kollarında bulmuştu. Yazdığı son sayfalarda “Gelecek, her yerde beni arayacak, fakat bulamayacak.” diyerek silahıyla hayata gözlerini yummuştu. Son olarak uşaklarından Lotte’ye bir mektup iletmelerini istemiştir. İşte onlardan bir paragraf;
“ İşte son defa olarak gözlerimi açıyorum. Bu gözler güneşi bir daha görmeyecek. Şimdi sis ve bulut onları kapattı. Evet, yas tut, ey tabiat! Oğlun, dostun, sevgilin artık ölüyor. Lotte! Bu, eşi olmayan bir duygudur. Ondan sonrası karanlık bir rüyadır. Demek istiyorum ki, bu benim son sabahımdır. …..Ah, beni affet, yalvarırım, affet! Dün akşam… Ah, O benim hayatımın son anı olmalıydı. Ey, güzel melek! Ömrümde ilk, evet ilk olarak içimi sonsuz bir sevinç duygusu doldurmuştu. O beni seviyor. O beni seviyor! diyordum içimden. Dudaklarından akan O aşk ateşi dudaklarımı hala yakıyor. O bambaşka, ürpermeyi içimde hala duyuyorum. Affet beni! Suçumu bağışla!”
Bu satırlar beni ne kadar etkilese de sanırım bunun ne kadar doğru bir karar olduğunu düşünüyordum. Herkes şanslı doğmaz. Herkes mutlu yaşayıp mutlu ölmez. Kimimiz bir silahın pençesinde ağlarken kimimiz bir yastığa akıtıyor gözyaşlarını.
Son olarak “Dünya bir hapishanedir.” ve hiç birimiz daha bunu anlayamadık.