Müzik Kutusu

Gençlik yılları, genç olmak, hayatı baştan yaşamak… Yirmili yaşlar güzel yaşlar. İnsanın sağlıklı, dinamik, dinç, akıllı olduğu yıllar onlar. O da öyleydi: heyecanlı, hareketli, hafızası gerinde, genç… Büyük kahverengi bir evde kalıyordu, 5-6 kişi ile birlikte. Ailesi başka yerdeydi ancak her cumartesi, bugün, ziyaret saatleri olurdu. Onunla aynı evde kalan kişilerin hiçbiri konuşmazdı, sanki konuşmak yasak gibiydi. Birinin sürekli beyaz kıyafetler ile gezdiği evdeki insanların hiçbiri birbiri ile iletişim kurmazdı. Ancak bugün cumartesiydi: kardeşi ziyarete gelmişti.

Oturduğu masanın karşı tarafından kardeşinin uzattığı kutuyu eline aldı. Koyu yeşil ahşap boyasıyla kaplı kutu iki avucuna ancak sığacak büyüklükteydi. “Odana gidince bakarsın hediyene.” dedi kardeşi ve gülümsedi. O da başını sallayarak yerinden kalktı. Kardeşiyle vedalaştıktan sonra terliklerini ayağına tamamen geçirdi ve odasına doğru yola koyuldu. Yürürken de bir yandan düşünmeye başladı; gençti, sağlıklıydı ancak evin dışındaki güvenlik ve evin içinde sürekli insanlara hizmet eden beyaz giysili kişi onun dışarı çıkıp eğlenmesine izin vermiyordu. Okuduğu dergilerde ve gazetelerde görmüştü oysaki o, dışarıda büyük bir yaşam vardı. Daha hayatının en güzel zamanlarında neden bu eve tıkılıp kalmıştı ki?

Odasının kapısının önünde duraksadı, başını sağa döndürdü. Parıldayan yeşil gözleri koridorun sonundaki pencereden gözüken ceviz ağacına takıldı. Uzun ve görkemli bir ağaçtı, o bu ağacı çok severdi. Kendi kendine gülümseyerek odasına girdi ve kapısını kapattı. Beyaz çarşaflı yatağI ve kahverengi masası arasında gözleri ileri geri gezindi ve sonunda masasının önündeki sandalyeye oturmak istediğine karar verdi.

Elindeki kutuyu masasının üstüne bıraktı ve kutuyu biraz daha detaylı incelemek istedi. Oldukça özenle boyanmış bir kutuydu ancak eskiydi. Kutunun arkasında küçük bir yarık ve köşelerinde kutunun kendi renginin kahverengi olduğunu gösteren eskimeler vardı. Ağır bir kutu değildi ve içine çok fazla şey sığamazdı: ne bir kitap ne de kardeşinin normalde getirdiği hediyelerden herhangi biri.

Kutunun önünde bulunan altın sarısı paslanmış çıkıntıyı açtı ve kutunun üst kısmını kaldırdı. Umduğu şey ya bir sabun ya da ona benzer küçük bir ihtiyacıydı. Ancak kutunun içindeki bu beklediklerinden çok daha farklı bir şeydi. Bir balerin figürü vardı gözlerinin önünde bir de döndürülmesi gereken artı bir parça. Kutuya şaşkınlıkla baktı birkaç saniye.

İsmine hakim olmadığı artı parçayı döndürdü kendine geldiğinde. Belki üç belki de beş tur çevirmesi yeterliydi. Daha sonrasında ellerini kutudan çekti ve balerinin zarif bir biçimde dönüşünü izledi. Kutudan yayılan bir klasik eser ile birlikte dans eden balerin onu hayran bıraktı. Çalan parçanın ona hissettirdiği duygu samimiydi, tanıdıktı. Sanki deniz kenarında dalgaları dinleyerek yürüyordu veya belki de şöminenin içinde yanan odunların çıtırtısı eşliğinde bir fincan çay içiyordu. Bu eseri nerede duyduğunu hatırlayamadı ancak oldukça tanıdıktı, sıcaktı. İçini ısıtıyordu.

Balerin dönmeyi bıraktığında sağ eli hızlıca döndürülmesi gereken parçayı tekrar buldu ve bu sefer sekiz tur çevirdi. Balerini incelemeye başladı müzik bir kez daha başladığında. Koyu yeşil eteği ve üstündeki koyu kırmızı bluz ile sonbaharı hatırlattı balerin ona. Balerinde olan odağı esere kayınca aslında müziğin de sonbahara oldukça uyduğunu fark etti. Sonbaharı severdi o. Yok oluşun ve doğanın yeniden doğmadan önceki mevsimi derdi ona.

Daha sonra gözleri kutunun üst kısmının içine yerleştirilmiş bir fotoğrafı buldu. Uzunca baktı fotoğrafa hareket etmeden. Tanıdığı biri değildi. Fotoğrafta gördüğü kişi oldukça yaşlı, gözlerinin etrafında yorgunluk belirtisi kırışıklıklar bulunan bir adamdı. Birkaç saniye daha uzun uzun fotoğrafa baktı ve “Sen kimsin?” diye sordu bir cevap alacağını düşünmeden. Ancak hiç de beklemediği bir şey oldu ve fotoğraftaki kişi de ona aydı soruyu yöneltti. Adamın detaylarına biraz daha baktı; zümrüt yeşili gözleri cam bir boncuk gibi parlıyordu yaşlı adamın. Saçları beyazlaşmış hatta dökülmüş, sırtı kamburlaşmış, omuzları çökmüştü. Bir kez daha sordu soruyu. Aynı anda aynı soruyla karşılaştığında bir kez daha denedi aynı soruyu yöneltmeyi.

Usanmadan, bıkmadan birkaç kere daha denedi ve en sonuncu denemesinde kapının açıldığını hissetti. Kafasını kapıya doğru döndürdüğünde beyaz kıyafetli genç kadının içeri girdiğini gördü. Kadın yavaşça ilk önce adama daha sonra da kutuya baktı ve gördüğü sahne ile kafasını hafifçe sallayarak ona yaklaştı. “İlaç saatiniz geldi.” derken kutunun içindeki fotoğrafa uzandı. Adam ağzını açtıysa da bir şey diyemedi. En sonunda yorgun gözlerini ovuşturarak sandalyesinden kalktı, omuzları ağrıyor bacakları sızlıyordu. Yatağının yanında bulunan komidine adımladı ve komidinin üstünde bulunan ilaçlarına uzandı.

(Visited 36 times, 1 visits today)