Perdenin arasından yüzüme vuran gün ışığına uyanmamak elde değildi. Başım çok ağrıyordu, bu durumun geceden olduğunu düşündüm. Hatırlayamıyordum bana ne olmuştu. Banyoya doğru yöneldim aynada kendime baktım, yoktum, kendimi göremiyordum. Yorgunluktan olduğunu düşünüp bir kahve yaptım. Küçük bir evde tek başıma yaşıyordum bir yatak odam bir balkonum birde Amerikan tarzı bir mutfağım vardı. Kahvemi elime alıp balkona yöneldim. Bu soğuk havada kahve içmek kadar zevkli bir şey olmadığını düşünerek kahvemi yudumluyordum. Başımın ağrısı dinmiyordu vücuduma iğneler batıyor gözlerim yanıyordu. İşe gitmem lazımdı günlerden cumaydı. Cuma olduğunu ve bugünün ardından hafta sonunun geleceğiyle kendimi motive ettim. Duvarda asılı duran saate baktım saat sabah 6.00’dı bir an önce hazırlanıp çıkmam lazımdı. Başımdaki ağrı tüm vücudumu kaplamıştı mutfak dolabına nasıl gittiğimi hatırlamıyorum bile elime gelen ilk ağrı kesiciyi aldım mutfakta su bile bulamadım ağrı kesiciyi ağzıma attım ve ”TIK!” ne olduğunu anlayamadım. Yere baktım ağrı kesici yerde dönüyordu. Tekrardan elime aldım bir anda balkonu gördüm yerler kahve rengiydi çömeldim kahve kokuyordu ama ben kahvemi içmiştim. Gözlerim karardı…
Gözlerimi açtığımda balkondaydım kahvenin üstündeydim. Saate baktım saat 8.13’dü işe geç kalmıştım hemen arabama bindim. Çevremdeki insanlar far görmüş tavşan gibi bana bakıyorlardı. Hayır bi şizofreni hastası değildim bu gerçekti. İşyerine ulaştım. Kapıdan geçerken kimse selam vermedi. “Neyse” diyerek ofisime çıkarken asansörde patronu gördüm. Bana kızacak diye düşünürken hiç bir şey söylemedi. Şanslı günümdeyim diye içimden geçirdim. Ofisime geldim masamdaki dosyalar hala dün gibi karşımdaydı. Masama oturdum bir anda kapının kilit sesi geldi. Gelen sekreterdi masa geldi bir dosya bıraktı ve “Gelmicekse neden çalışıyor.” diyerek ayrıldı. Şaşkınlığa uğradım beni nasıl olurda görmez karşısında masamda oturuyordum.
Yeni dosyayı elime aldım. Kalın mavi kapağı kaldırdım. İçinde bir manşet vardı. Manşette yeni bir hastalığın çıktığı yazıyordu. Sayfaları çevirdim gözlerime inanamadım bu hastalık evimin yakındaki askeri bölgeden sızan bir görünmezlik hastalığıydı. Telaşlandım ne yapacağımı bilmiyordum, evim askeriyeye çok yakındı hastalığa yakalanabilirdim. Bir anlık duraksamayla aklıma bu sabah yaşadığım olaylar geldi bu olaylar bu olaylar. Ben bu hastalığa yakalanmış mıydım acaba ya da çevremdekiler beni görmezden mi geliyordu. Bu olumsuz düşüncelerden arınıp işime odaklanmayı denedim ama her bir dosya açtığımda gerçekten görünmez miyim sorusu aklıma geliyordu. Bunu anlamam lazımdı.
Öğle arasında iş yerimizin altınadaki restoranta oturdum “Garson!” diye bağırdım. Garson etrafrına bakındı ve bir şey göremedi belki beni kaçırmıştır diye yine den bağırdığımda garson sadece sesin geldiği yöne yani bana baktı. Yanıma gelip sipraşimi alır edasıyla bekelerken gelen giden olmadı. Korkuya kapıldım. Görünmez miydim?
Zaman geçti evime gittim ve yarın sabah daha durgun beyinle bu olayı bütün ince ayrıntılarına kadar düşünmeliydim.
Uyandığımda ellerimle gözümü ovuşturmka istedim ama ellerimi hissettiği yerde hiç bir şey göremiyordum. Her şeyin farkına varmıştım.
Yataktan kalkmadan yapabileceğim harika şeyleri düşündüm. Ben küçükken böyle hayaller kurardım peki bu hayallerde ne yapardım. Mesela büyük bir oyuncakçıya girip bütün istediğim oyuncakları almak. “Olmaz sen 30 yaşındasın.” dedim kendime. Sonra aklıma harika bir fikir geldi. Ben küçükken annemle babam ayrıydı annemde bana bakmak istememiş ve beni yurda vermişti yurtta insanları bize bağışladıkları şeylerle hayatımızı sürdürüyorduk onların bağışladıkları kıyafetleri giyer onların bağışladıkları oyuncaklarla oynardık. Yurda yapabildiğim bütün iyilikleri yapacaktım. Evet bu çok güzel bir plan yurtta yaşamanın zorluklarını birinci kişi olarak biliyordum. Mutlulukla yatağımdan kalktım yüzümü yıkamak için banyoya gittim lime suyu aldım yüzüme vurdum ama içimden geçti. Umursamadım sadece elimi ve ayaklarımı kullanabiliyordum. Arabama bindim hızlıca eskiden kaldığım yurdun kapısının önüne geldim. Başıma dayanılmaz bir ağrı girdi. Umursamadan dilek ağacındaki dilekleri okuyup tek tek gerçekleştirmek için tekrardan arabama yöneldim. Hemen oyuncakçıya gidip oyuncaklar aldım. “Ahhh! Başım diye oyuncakçının ortasında bağırdım. İnsanların seslerin geldiği yöne bakmasıyla çok tedirgin oldum aman görünmezdim ya. Havada uçan oyuncakları görmek insanlar için ne kadar garip olsa da umrumda değildi. Yurda girdim. Çocukların olduğu odalara yönelirken başıma inanılmaz bir ağrı girdi çığlıklar atmaya başladım çocuklar öğretmeneler koridorun ortasından gelen çığlık seslerine ve oyuncaklara bakıyorlardı. Çocuklar sevinseler miydi korksalar mı anlamadılar. İçlerinden bir çocuk yaşasın diye bağırmasıyla başım yerinden çıkacak gibi oldu. Yere düştüm çığlıklar durmuştu. Bu hastalığın kötü bir yanı olduğunu hastanede gözlerimi aralamamla anladım. Bir kişi ya da kendim için iyilik ya da yararına olan bir şey yapıldığında ağır bir baş agrısı ve iç organların kendini yitirmesi. Hastanede doktor hiç bir şey yiyip hiç bir şey içemeyeceğimi bundan dolayı yaşayacağım çok az bir zaman kaldığını söyledi. Doktordan tek bir isteğim olduğunu dile getirdim yurttaki çocuklara hediyelerimi ulaştırması ve bütün servetimin onların olmasını istedim. Doktor bunun mümkün olacağını ve kendisininde bununla ilgili çalışmalar yapacağını söylerken başımdaki ağrı arttı, gözlerim karardı ve…