Her yılın sonunda yılı değerlendirme ile ilgili, arkadaşlarınızla konuşursanız, özellikle son yıllarda şu sözleri çok duyarsınız: Ya bu yıl çok hızlı geçti, bu yılın nasıl geçtiğini bizde anlamadık. Şöyle geriye dönüp baktığımda, ne yaptım ben bu yıl inan sayacak üç tane şeyim yok.
Şimdi dijital çağda yaşamamız sebebiyle, zaman çok hızlı geçiyor. Daha doğrusu bizim o eslerimiz, hayatta düşünmemize fırsat veren boş zamanlarımız, hep dijitalle dolduğu için, biz zamanın çok hızlı ilerlediğini düşünüyoruz. İşte bu çok tehlikeli. Bunu dememek için yani her yılın sonunda o yıla baktığımızda
anlatacak birkaç tane hikayemiz birikmesi için yeni yıllara girerken çok güzel planlamalar yapmak lazım. Örneğin bu yıl olması gerekenden çok daha fazla televizyon izlediysen, gereksiz şeylere bazı bağımlılıkların
varsa ve bunlar senin çok fazla vaktini alıyorsa, bilgisayarında bazı gereksiz sitelerde veya oyunlarla çok fazla vakit geçiriyorsan, sana önümüzdeki dönemde, beş yıl sonra hiçbir faydası olmayacak hangi uğraşla uğraşıyorsan bunları yeni yılda bırak. Yani bu yıl yediğin kazıkları yeni yılda yeme, onları tekrar etme. Biliyorum bütün bunları yapmak kolay olmayacak, başta sana imkansız gibi de gelebilir. Hatta sanki hiç bitmeyecekmiş gibi kaoslar karşına çıkabilir, her şey ters gidebilir. İşte tam umudunun tükendiğini hissettiğin o anda sakin ve dingin kalabilmek mümkün müdür? Böyle durumlarda hayata karşı nasıl bir duruş sergilemek gerekir. Bugün sizlerle bu konuda konuşacağız.
Aslında düşündüğünüzde dinginliğe göre kaos daha zordur. Çünkü kaos enerji ister, içinde eylem vardır. Ama dinginlik ve huzur, durağanlıkla ve sakinlikle ilgilidir. Böyle bakıldığında insanın sakin ve dingin olması daha kolay gibi gözüküyor ama şehirlerde hayat hiç de öyle olmuyor. Bazen kendime sormuyor değilim insan gerçekten mutluluğu ister mi? Yoksa sevdiği şey kaotik ortamlardan beslenmek mi? Çünkü mutluluğu arayanda insan, dünyadaki eğitim, barınma, sağlık, alışveriş, iletişim, yaşam sistemlerini kuranda insan, mutsuz olan yine insan. Bir şeyi yanlış yapıyor olabilir miyiz sizce? Ya da bir şeyi kaçırmış…
2020 gibi bir yıl yaşadınız mı bilmiyorum. Tam bir kaos depremler, yangınlar, seller, terör, salgın bunlardan etkilenenleri gözlediğimde hem kendi çevremde hem dijitalde öncesinde duyguları, hisleri, heyecanları dışarıya çok bağlı olan insanların bu gibi kaotik ortamlardan çok daha fazla etkilendiklerini tespit ettim. Canım sıkılıyor, korkuyorum, yapacak bir şey yok… Bu kaos ortamı şunu ortaya çıkarttı. Biz içimizde o kadar zayıfız ki. O kadar ince bir ipin üstünde yürüyoruz ki, dışarıya bu kadar fazla bağlı oluşumuz şöyle de bir risk doğuruyor. Bir gün sanki biri gelip fişi çekse işimiz bitecek. Yani bir şey olsa da canımızı sıksa durumuna çok hazır, çok müsait
bir zihin yapısı oluşturmuşuz hepimiz. Çok azımız vardır bence istisna. Çok kolay yıpranıyoruz. Duyduğumuz bir şey bizi hemen incitebiliyor. Bir bakış, bir mimik hemen kafamıza takabiliyoruz. Bir gol, bir dizi bütün ruh halimizi altüst edebiliyor. Peki çok mu zordur gerçekten? En azından dışarıdan bu kadar fazla etkilenmeyi durdurup zihni içeriye döndürüp içerde sakince, sessizce yaşayabilmek. Her yaptığı şeyi severek isteyerek yapmak. Mutluluk eğer bu ise mutlu olmak gerçekten çok mu zordur? Yani kaos kader midir? Yoksa bir seçim mi?
İnsanların istediği hayatı yaşayamaması sanki insanı bir mutsuzluk döngüsünün içinde dönüp duruyormuş gibi hissediyor. Sanki bir kaosun, bir kasırganın içinde yaşıyormuş gibi hissediyoruz çoğu zaman. Hayatlarımızda aslında bir parçası olduğumuz o kasırgalardan kurtulmaya çalışmakla geçiyor. Belki bir gün kurtuluruz diyoruz, kurtulma umuduyla yaşıyoruz hepimiz. Peki ya yanlış yapıyorsak? Huzur kasırgaların dışında değil tam ortasındaysa?