Munis bir Cinayet

“İşte tam da bu yüzden bu işin icabına bakmamız lazım!” “Niye anlamamakta direniyorsun?” “Adam öldü, öldü!” “Sen mi öldürdün, bundan nasıl bu kadar emin olabilirsin?” Amirimle alevli bir tartışma içerisindeydik. John’un normalde yüzünde zerre mimik oluşmazdı ama sinirlendiğinde alnındaki damarlar ortaya çıkardı. Masaya sert bir şekilde vurdu, gözlerimin içine bakarak “Bu tartışma burada bitmiştir, çık odamdan!” Arkadaşım Jack yanımda belirdi “Hala o adamı mı tartışıyorsunuz. Cidden kafayı sıyırmışsın.” Sinirimi tutmak için ellerimi yumruk yapıp sıktım. Dişlerimi birbirine sürterek “O adam dediğin yedi kişinin ölümünden sorumlu. Ayrıca sapasağlam hayatta.” Ofisten çıktım. Arabanın motoru sinirlenerek başladı. Kafamı direksiyonu defalarca vurdum. Aradığım adam “Micah Smith” yedi kişinin ölümünden ve onlarca kişinin sakat kalmasında sorumlu deli. Parmağında taktığı ünlü yüzüğü varken cesedi bulunmuştu ama ne rastlantı ise yüzü alev alıp yanmıştı. O adamı bulacaktım.

 “Demek bulamadın.” John bana kendini beğenmiş bir bakış attı. Haklı olduğunu kanıtlamak içinde güzel bir his yaymıştı. “Doğru diyorsun patron. Ya başka bir gezegene gitti ya da öldü.” Her yeri aramış her katman detaya inmiştim lakin adam hakkında hiçbir ipucu bulamamıştım. “Ben geldim!” küçük kızım gelip bana sarıldı. “Steve nerede?” “Yukarıda hayatım.” Eşime yeni aldığım kolyeyi gösterdim. Sahte bir şekilde beğendi. Adeta ruhumu dinlendiren televizyon koltuğuna uzandım. Çoraplarımı çıkarıp güzel bir şekilde koltuğa serildim. “Baba televizyonda senin şu aradığın adam var.” “ Ne adamı ya?” “Micah mı neydi, o var galiba.” O an her şey durdu. Parmaklarımı yavaş bir şekilde hareket ettirdim. Micah yaşıyordu. Daha bu akşam birisi öldürülmüş ve Micah imza hareketini yapmıştı. Adamın ölü vücudu pijama giyiyordu. “Baba nereye gidiyorsun?” Ofise vardığımda herkes bir telaş içerisinde kaptanı bekliyordu. İçeri sanki hiçbir şey olmamış gibi girdi. “Hani ölmüştü. Hani ölmüştü!” Başını salladı, odasına girip kapısını kilitledi. Saatlerce odasının dışında bekledim. Kapısıyla resmen bakışıyorduk. O bana bakıyor ben ona. Kapı gittikçe daha da agresifleşiyordu. Kendimi tutamadım. Odanın kapısını sert bir omuz attım. Kaptan döndü. Elinde bir adet pijama vardı. Kolları titremeye başladı. Damarlarımdaki kanın akışını hissettim. Ağzımı açtım lakin kelimeler çıkamıyordu. “Niye, niye böyle bir şey yaparsın?” yerinden fırladı. Onu bacağından çekip yere yapıştırdım. Gözlerimin içine parmağını soktu. Gözlerim patlayacak gibi hissettim. Cebimden silahımı çıkarıp onu etkisiz hale getirdim. Silahın yaptığı ses kulağımda yankılanıyordu. 

 Bir sürü haber ve makaleye çıktım. “Kahraman” ilan edilmek güzel bir şeydi. Sonunda aradığım adamı yakalamıştım. Ailemle güzel bir piknikteydim. Buz gibi gazozu içtim. Boğazımdan mideme kadar akan sıvıyı takip edebiliyordum. Telefonum çaldı, ofisteki yeni çalışan aramıştı. “Kaptan bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum…” “Söyle.” “Şey… Efendim bu sabah bir cinayet vakası elimize geçti.” Neredeyse kahkaha atacaktım. Bundan daha normal ne vardı ki? “Kaptan cesedin üstünde pijama vardı. Micah tarzında öldürülmüş.” Uzun bir sessizlik. “Micah onun değil ,onların adıymış. Devasa bir tarikatın adıymış.”

 

(Visited 19 times, 1 visits today)