Eve saat on bir sularında gelebilmiştim. İstanbul’a kıyasla erken geldim bile diyebilirim. Ama geç geldiğime değer diyebileceğim mükemmel bir konsere gitmiştim. Yeni nesil grupların bağırıp çağırdığı, hepsine aynı diyebileceğim ergenlerin birbirlerine sarılıp avaz avaz bağırdığı gürültülü konserlerden değildi elbette. Ünlü bir piyanistin konserindeydim. Bir sürü klasik eser çalmıştı. O kadar zarif, o kadar içten çalıyordu ki etkilenmekle birlikte kıskanmadan edemedim. Müzik kulağım hiçbir zaman olmamıştır bu yüzden o kadar şansızım ki! Bu düşüncelerle birlikte odama gittim. Ah benim canım odam, dertlerimi dinleyen, beni teselli eden tek yer! Üstümü değiştirdim ve odamdaki eşyalara tek tek iyi geceler dedikten sonra rahat bir uykuya daldım.
Sabah güneşin yüzümü ısıtan ışıklarıyla uyandım. Tuhaf bir rüya görmüştüm, kendimi konserdeki gibi hissediyordum. Ama sanki müzik içimden, ruhumdan geliyordu. Elimi yüzümü yıkamaya gittiğimde yanlışlıkla diş fırçamı düşürdüm. Düşme sesinin ritmi kulaklarımda bir şarkı gibi yankılandı. Bana neler oluyordu? Bir anda ses çıkaran her şey bir melodi gibi gelmeye başlamıştı kulağıma. Kafamda şarkılar, melodiler, senfoniler dolaşıyordu. Hepsini dışarı dökmek istiyor ama nasıl yapacağımı bilemiyordum. Salona geçtiğimde gözüm uzun zamandır raf olarak kullandığım tozlu piyanoma kaydı. En son sanırım lisedeyken çalmıştım. Satmaya da kıyamamış taşındığım her evde bulundurmuştum. Kafamdakiler artık dışarı çıkmak için çığlık atıyorlardı. Bende piyanonun başına oturdum. Elimi tuşlarda gezdirdim bir süre. Sonra derin bir nefes alıp piyanoyu açtım ve aklıma gelen en sevdiğim klasiklerden olan Mozart’ın Türk Marşı’nı çalmaya başladım.
Nasıl çaldığıma bende inanamıyordum. Bir şarkıyı öğrenebilmem bile haftalarımı alırken bu muhteşem melodi kafamdan tuşlara dökülüyordu. Ki gayet zor bir şarkıydı bu, hızlı ve karmaşık. Ama notaları ve ritmi anında kapmıştım ve akıcı bir şekilde çalıyordum. Bir süre çaldım aynı notaları. Sonra aklımdan başka biri geçti. Beethoven’ın evlenmeyi düşündüğü kadına bestelediği o güzel melodi. Eskiden çalmayı denediğimi hatırlıyorum, ama sabredemeyip bırakmıştım. Elimi yerleştirdim notalara bir kez daha. Ve yine aktı notalar bir şelale gibi. Bir kaç saat böyle çaldım, bütün stresimi dertlerimi alıp götürmüştü çaldıklarım. Mutlu bir şekilde kalktım ve kahvaltımı hazırlamaya koyuldum.
Kahvaltıda düşünceliydim. Bir anda gelen bu yetenekle ne yapacaktım? Evde tek başıma bilindik şarkıları çalmaya devam mı edecektim yoksa bu yeteneği dünya ile mi paylaşacaktım? Her fırsatta kendimi göstermeye çalışmış ve pek başarılı olamamıştım. İşte bu benim şansımdı! Ben de sonunda dünyaca ünlü birisi olacaktım! Ve o an aklımı kimilerinin imkansız diyebileceği bir şeye koydum. Bir senfoni yazacaktım!