Mücevher Taş Şimdi Nerede?

Bazı vedalar zamansız olur, bazı sofralar eksik olur, bazı günler sessiz olur ama bir millet var ki… Onlar Atasız olamaz. Türklerin bayrağı yere, Ataları da gökten başka yere konmaz. Seksen beş yıl önceden bugüne ne kaldı? Belki eski bir şarapnel  parçası ya da bir asker kıyafeti, eski bir savaştan kalma olan. Peki ya seksen beş yıl öncesinden bir insanın günümüzde bile hala yaşadığını söylesem? Hayır, hayır zaman makinesinin icadı henüz tamamlanmadı. Bahsettiğimiz kişi günümüze kadar gelmeyi çok farklı bir yolla başardı ve geleceğe de aynı yolla gideceğe rağmen en ufak bir şüphe yaşayan tek bir insan dahi görmedim, görmediniz, göremezsiniz.

 

Halil Bedi Yönetken’in Sarı Zeybek isimli eserinde yaptığı kadar iyi betimleyemem belki seksen beş yıl önce yaşamış bu insanı ama inanın ben de onu çok yakından tanıyorum. Çünkü şu an kalemimin ucundaki ıslak mürekkebin hasır kağıtta özgürce dolaşması onun sayesinde, okula mı gidiyorum onun sayesinde, ne istersem özgür bir şekilde onu mu yapıyorum yine onun sayesinde… Ona sayısız mektup yazdım, bir kısmını toprağa gömebilirdim belki ama… Yapamadım. Onun toprak olduğunu kabul etmedim. Onun yerine mektuplarımı engin denizlere attım, bir ağaca astım, rüzgara bıraktım, küçük bir çocuğa okudum ya da anıtının olduğu binanın duvarlarının kiriş bölümüne koydum ama toprağa gömemedim. Çünkü bence o herkes gibi toprak olmamalı, değerli insanların arasına katılmalı. Yurduna o kadar önem verirmiş ki ben de ona ulaşmanın en iyi yolunun yurduyla bağlantı kurmak olduğunu fark ettim. Yani, kendi yurdumla…

 

Biz millet olarak onun adını mücevher taşa yazdığımızı söyledik. Ancak sanırım yanlış yapmışız. Üstüne basa basa onu kalbimize kazıdığımızı haykırmalıydık. Çünkü o taşı yere atabileceklerini ya da o taşın kırılabileceğini sandılar. Bizeyse bu sadece gülünç geldi, gülmeyi de ihmal etmedik. Atamızın posteri sahaya mı alınmadı her şeyi yaktık, her şeyi geride bıraktık o maça çıkmadık. Bayrağımıza gereken saygı gösterilmedi mi gereken saygı göstermeyenlerin her bir hücresini öyle bir yok saydık ki kendileri bile var olduklarını unuttular. Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabında da söylediği gibi bizler çılgınız ya da deliyiz ya da gözü karayız, ne isterseniz öyle deyin ama biz Türkleriz ve bu her şeyi açıklar niteliktedir. Tabii bu niteliği anlayabilecek seviyede olan insanlar içindir bu lafımız. Bir fil hiçbir zaman bulutların üstüne çıkamayacağından bulutların üstüne çıkmanın imkansız olduğunu söyler ve oradaki herkesi içten içe öyle bir kıskanır ki içini kin kaplar. O kin her bir damarının içinde yankılanınca da ne olur? Fil her anlamda yok olur.

 

Atatürk… Gazi … Türklerin Atası… Mustafa Kemal Paşa… Atam, atanız, atamız. Bizim şu günleri yaşayabilmemiz için o kadar çok şeyden vazgeçti o kadar çok şeyi arkasında bıraktı ve o kadar çok acı çekti ki… Sizi bilmeme ama onun izinden gitmek ve onun fikirlerini yaşatmak benim boynumun borcudur ve biliyorum ki yalnız değilim. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için canla başla çalışan bir nesil yetişiyor. Bu çok sağlam bir güç gerektirir diyebilirsiniz. Size en sağlam cevabı Atam verir. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Yüz yıllık bir Cumhuriyetin çatısında büyüdük, iki yüz yıllık bir Cumhuriyetin bayrağını en az bizim kadar yurduna bağlı bir nesle bırakacağız onlar da onlara derken sonsuzluğa uzanacağız. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

(Visited 9 times, 1 visits today)