Mormen Oteli kurucularının talihsiz ecelinden aylar sonra şöhretine geri kavuşmuştu. Inanması zor olsa da, sayısız trajedileri içinde barındıran Viktoria dönemine ait olan bu iri, çirkin binada ağırlanma isteği revaçtaydı. Yazarlar kasıtsız bir şekilde bu otelin reklamını yapıyordu, Mormen’ların meşhur ismi her gün gazetelerin ilk sayfalarını süslüyordu ve Mormen’ların veliahtı bu durumu kendi avantajına kullanmak için her adımı atmakta azimliydi. Bunu biraz üzücü buluyordum: eski bir efsanenin kayboluşunun yasını tutmak yerine bir melankoli maskesinin arkasına saklanmışlardı ancak gizledikleri gözlerin yeşil banknotlara sabitlenmiş olduğunu biliyordum.
Yerel gazetede bu dehşet verici otelde bir gece geçirmeyi başaran kampçıya büyük bir para ödülü dağıtılacağını okuduğum an bunun bir aldatmaca olduğunu düşünmüştüm, gerçek dünya bu kadar kolay değildi ve para ağaçlarda büyümüyordu. Ancak paranın ağaçtan yapıldığı da su götürmez bir gerçekti, belki de para gerçekten de ağaçlarda büyüyordu ama ben bu konuya cahildim. Yanılgılarımın ve istikrarsızlıklarımın beni aşağıya sürüklemesinden bıkmıştım, böyle bir fırsat önüme çıkmıştı. Hayır, tam anlamıyla kendini bana gümüş bir tabakta ikram etmişti, kabul etmememin aptallık olacağını düşündüm, kız kardeşim de hemfikirdi. Pejmürde sayılabilecek ancak işini gören kürk mantomu üstüme geçirdim, ve yola atıldım; o yolun sonunda beni neyin beklediğini bilmeden.
Zifiri karanlıkta, bakımsız bir Wartburg’un yıpranmış arka koltuğunda oturmuştum. Yanımda sadece antika bir kürk, bir karton bardak soğumuş kahve ve hayallerim vardı. Bir de şoförün bana nazikçe teklif ettiği gazete. O an engebeli bir yolda, tümsekleri geçip bir anlığına havaya yükseldiğin zaman kahveni dökmeden gazete okumanın zor olduğunu öğrendim. Gözlerim sokak lambalarının bana sağladığı limitli aydınlıkta gazeteyi taradı, beni alakadar ettiğini düşündüğüm; Mormen Oteli’yle ilgili en güncel haberlere bakıp, benim yaşlarımda genç bir kızın otelde bir saat kalmaya bile dayanamayıp, saf basınçtan kendini kurtarmak için balkondan atlayışını anlatıyordu. Haberin tüyler ürpertici olduğu doğruydu ama ben bu haberlerin beni etkilemesine izin vermeyecektim. Önümde ulaşmam gereken bir hedef, yemek koymam gereken bir masa ve yetiştirmem gereken bir kız kardeşim vardı.
Sert bir Rus aksanı bana arabadan inmemi söyledi ve asker botlarımı derin kara indirdiğim anda sisin içinde kayboldu. Benimle birlikte gelen diğer kızıl ”rakibim” ortalarda görünmüyordu, benden önce yerleşmeye kalkıp uyanıklık yaptığını düşündüm ve bende hızımı arttırdım. Dondurucu Alberta soğuğunda görüşümü engelleyenin sis mi yoksa kendi nefesim mi olduğundan emin değildim.
Gıcırdayan tahta merdivenleri itinalı adımlarla geçtikten sonra gördüğüm ilk odanın kulpunu zorladım ve içeri girdim. Oda 217. Yırtılmış gazetemi ahşap komidinin üstüne fırlattım ve kürk ceketimi yere dağınık bir şekilde bıraktım. Ayakkabılardan da kurtulduktan sonra soğuktan ağrıyan ayak parmaklarımın sobanın ateşinin tadını çıkarmalarına izin verdim. Saatler geçmiş gibi hissettiğim o birkaç dakikadan sonra banyoya yürüdüm ve kıyafetlerimin kalanını da astıktan sonra küvete girmek için yöneldiğimde, içindeki tuhaf koyu kırmızı sıvıyı süzdüm. Ne olduğunu tam olarak anlayamasamda, bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydım. Ayak topuğumun üstünde dönüp bornoza uzandığımda, beklediğim kabarık, sabun kokan havlu yerine ıslaklık hisettim. Tedirgince dönüp baktığımda, bana geri bakan bir çift odun rengi gözle karşılaştım. Elinde tavşan peluşu tutan bu figür beni gördüğünde mizacını hiç bozmadan o anda kaygan olduğunu farkettiğim küflenmiş banyo zeminine oturdu ve bana gözlerini dikmeye devam etti.
Şokun getirdiği adrenalinle kapıyı süratle açtım ve kaçabileceğim tek yöne doğru ilerledim: ileriye. O an arkama baktığımdan dolayı, ilerideki çatlamış demirliklerin koruduğu balkonu gözüme kesiştirememiştim, yere serilen kürk mantoya takıldım ve ben ne olduğunu anlamadan metrelerce karın kapladığı, bir zamanlar refahın dans ettiği özel mülk bahçesine düştüm. O anki düşüş hızımla kırılmış kaburgalarımın akciğerime yaptığı basınçtan dolayı ölmüştüm, en azından bir kaç saat sonra kendini belli eden doktorlar bu kanıya varmıştı.
”Geçenki kızla aynı noktaya düştüler.” dedi hayaletlerden biri. Sis sandığım dumanın aslında sis olmadığını o an farkettim. ”Asla öğrenmeyecekler.” diye yorumladı bir diğeri.
Bir zamanlar düşüncesi bile midemi kaldırmaya yeten o otelin bir parçasıydım artık.