Cinsiyet, insanın yaratılıştan sahip olduğu biyolojik yapı ile belirlenirken, toplumsal cinsiyet yaşanılan kültürün, çevrenin ve toplumun yüklemeleri ile ilgilidir. Cinsiyetin toplumsal cinsiyete dönüşümü; kültürün o cinsiyet ile ilgili beklentileri ve algılamaları ile doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla bugün bahsedeceğimiz cinsiyet rolleri biyolojik cinsden çok, algılardır.
Tarihsel süreçte toplumlar kadınları ev ile ilişkilendirmiş ve ev-çocuk-aile kavramında temel bileşen kadın olmuşken; erkek çalışma yaşamı ile sosyal ve yönetsel alanlarda aktif bir rol üstlenmiştir. Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine göre erkeğin en önemli rolü ailenin geçimini sağlamak iken, kadının en önemli görevi çocuklarını büyütmek ve aile yaşamının devamlılığını sağlamaktır. Bu nedenle kadınlar, iş dünyasına erkeklerden çok daha geç katılmıştır. Ancak kadınların iş hayatına katılmasıyla kadın-erkek meslek eşitsizliği bitmez. Kadınlara belli meslekler görülür, yapıp yapamayacakları şeyler başkaları tarafından karar verilir ya da aynı işi yapan bir erkekten daha az gelir alırlar.
Çoğu erkek kadınların iş dünyasındaki yerini şöyle bir agümanla karşılar; “Şu an kullandığınız telefon, bilgisayar erkekler tarafından yapıldı!” Ama atladıkları şey şu ki, kadınlar tarih boyunca hep erkeklerin arkasında yaşamak zorunda kaldı. Telefonların, bilgisayarların icat edildiği zamanlarda çoğu kadının okula gitme imkanı bile yoktu. Kadınlar erken evlendiriliyor, evde yemek yapıp eşlerine hizmet etmeye zorunlu tutuluyorlardı. Erkekler, bu argümana da katılmayacaktır. “Çoğu mucidin de imkanları yoktu, evde öğrendiler! Onlar nasıl yaptı?” Doğru. Peki o zamanlarda evin kralı olarak gözüken kaç baba kızının bir şeyler icat etmesine iyi gözle bakacaktı? Kaç baba kızına finansal imkan bulmaya çalışacaktı? Kaç kadın kendi finansal gelirine sahip olmak için bir işe başvurduğunda işe alınacaktı, kaç tanesi “Kadınsın sen! Git evine yemek yap.” denilerek geri çevrilecekti? Gördüğünüz üzere, kadınların okula gitmesi bile hala bazı ülkelerde ayıp olarak görülürken, erkeklerin ve kadınların eşit derecede buluş yapmasını bekleyemeyiz.
Biraz da yakın zamana bakalım. Kadınlar şu an bilime çok daha fazla katkı sağlayabiliyor. Örnek vermek gerekirse, Burçin Mutlu Pakdil. Kendisi kadın bir ilim insanı ve yakın zamanda yeni bir galaksi keşfetti. Hem de şu an o galaksi “Burçin’in Galaksisi” olarak anılıyor. Üstüne üstlük, Burçin kapalı bir kadın. Tabii bu benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Kapalı, açık, beyaz, siyah kadın fark etmez. Buna rağmen kapalı kadınların diğer kadınlardan daha geri olduğuna dair bir ön yargı var.
Erkeklerin diyeceği başka bir şey ise “Erkeklerin vücudu kadınlarınkinden daha güçlü, fiziksel güç gerektiren işleri nasıl yapacaksınız?” olur. Bu cümleye tamamen katılıyorum. Doğuşumuzdan beri kadın ve erkek vücutları farklı yaratıldığı için erkeklerin kadınlardan fazla fiziksel güce sahip olduğu doğru. Buna rağmen dış etkenlerin katkısı da büyük. Mesela, ailelerimiz bir şey taşınması gerektiğinde hep “Sen kızsın, bırak abin taşısın.” ve benzeri şeyler dedikleri için bizim güçlenmemiz de zorlaştı. Lakin erkeklerin kadınlardan güçlü doğması tüm erkeklerin her zaman tüm kadınlardan güçlü olacağı anlamına gelmiyor. Bu nedenle, nasıl tüm erkekler güçlü değilse, tüm kadınlar da fiziksel işler yapamayacak kadar güçsüz değildir.
Özete çekmek gerekirse; kadınlar ve erkeklerin meslek seçiminde kendilerine özgün güçlü ve zayıf noktaları olsa da bu etkenler herhangi bir cinsi bir meslekten alıkoyacak kadar ciddi değil. Toplumun koyduğu cinsiyet rollerinin, insanlığın gelişim sürecini geri çekmemesi için yapılabilecek tek şey mesleki yönlendirme ve meslek seçimi sürecinde cinsiyete bağlı sınırlandırıcı kalıp yargıların sürece yön vermesinin önüne geçilmesidir.