Telefonumun tiz sesiyle uyandım. Aniden uyanmak yüreğimi azıma getirmiş olsa da telefonu hemen açtım. Arayan iş arkadaşım Barış’tı. Hemen toparlanıp evimden on beş kilometre uzaklıktaki bir adrese gelmemi istiyordu. ” Ne oldu? ” diye sormama fırsat vermeden ” Adalet Bilgin ölü bulundu. ”dedi. Bunu duyduğum anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Yatağımdan fırladım, üzerimi bile değiştirmeden evden çıkıp arabaya bindim. Adresi navigasyona girerken saatin 03.30 olduğunu fark ettim. Tam niye bu saatte bu kadar uzak bir yere gidiyorum ki demek üzereyken ölen kişinin Adalet Bilgin olduğunu hatırlamamla gaza bastım. 5 dakika içinde oradayım dedim kendi kendime.
Kimdi bu Adalet Bilgin, benim için niye bu kadar önemliydi? Adalet Bilgin öldüğünde 15 yıldır gazetecilik yapıyordum. Mesleğe muhabirlikle başlasam da çabalarım sayesinde saygın bir gazetede köşe yazarı olabilmiştim. Adalet Bilgin’in ölümünden tam bir yıl öncesinde onu ve işlerini araştırmaya başlamıştım. Bu şekilde hitap etmeme aldırmayın. Kendisi ne saygıdeğer biriydi ne de bana yabancı biriydi. Çalıştığım gazetede genel yayın yönetmeniydi.
Kariyerim boyunca yazılarıma çok dikkat etmiştim. Kanıtsız hiçbir şey öne sürmemek ve güncel konulara değinmekten noktalama işaretlerini doğru kullanmaya kadar her şeye önem verirdim ve yazılarımı en iyi haliyle teslim ederdim. Bu özverime rağmen Adalet Bey’in eleştirileri hiç bitmezdi.
Ağır tenkitleri onu benim için önemli biri yapmıyordu elbette. Ofisteki garip davranışları ve geceleri sadece birkaç çalışanla düzenlediği toplantılar gözümden kaçmıyordu. Geç saatlere kadar çalıştığım bir gün toplantılardan birini gizlice dinlemek için toplantı salonuna yaklaştım. Kulağımı cama dayadım, nasıl olsa cam tamamen koyu gri jaluziyle örtülüydü. Aradan birkaç saniye geçtikten sonra hiçbir şey duyulmadığını fark ettim. Ancak fark ettiğim tek şey o değildi. Ayakkabılarım koyu kırmızı bir sıvıya bulanmıştı. ” Aman tanrım bu kan! ” dememle birlikte yerdeki kan birikintilerini takip etmeye başladım. Bir iki adım atmamla daha önce hiç görmediğim, üzerinde kocaman kırmızı harflerle ” GİRİLMEZ ” yazan ve altından kan sızan kapıyı gördüm. Gördüklerim yüreğimi ağzıma getirmiş olsa da temkinli bir şekilde kapıya doğru yürümeye devam ettim. Gittikçe yükselen kan gölünde adım atmak zorlaşıyordu. Kısa bacaklarımın ve ince topuklu ayakkabılarımın bu işkenceye dayanamadığını hissetmeye başlamıştım ama kapıya ulaşmam an meselesiydi. Tam o anda ayağım kaydı, kapıya doğru yuvarlandım ve ” Girilmez! ” yazan kapıyı ardına kadar açmış bulundum.
Yüzümü çok sert bir şekilde çarpmıştım, gözlüklerim yüzümden fırlamıştı, hiçbir şey göremiyordum, ağzımda kan tadı vardı. Yüzümü tişörtüme sildim, görüşüm düzeldi ve yavaşça ayağa kalktım. Gördüğüm manzara kan dondurucuydu. Adalet Bilgin’in toplantısına katılan tüm çalışanlar hilal biçiminde sıralanmış sandalyelerde kucaklarında birer tomar kağıt ve göğüslerinin ortasında kurşun yarasıyla oturuyordu. Gözlerim karardı ve kendime geldiğimde masamın başında oturuyordum.
Sandalyemden kalktım, hemen girilmez yazan kapıyı açtım. İçerisi bomboştu, tamamen temizlenmişti. Mesai arkadaşlarım da işte yok diye düşünüyordum ki günlerden pazar olduğunu fark ettim. Olabildiğim kadar sakin olup eve gitmeye karar verdim. Barış’ ı aradım, müsait olup olmadığını sordum. Başımdan geçenlerin hepsini ona anlattım ve ne yapmam gerektiğini sordum. Sessiz kalmam gerektiğini söyledi telefonu kapadı.
Barış’ın bu davranışına anlam veremesem de dediğini yaptım. Sessiz kaldım ancak araştırmayı bırakmadım. Ölen mesai arkadaşlarım ve Adalet Bilgin ise kayıtlara kayıp olarak geçti. Hiçbir ipucu bulamadım, ta ki Barış’ın beni aradığı geceye kadar.
Yoldaydım, navigasyondaki varış noktasına 150 metre kala Barış tekrar aradı, olay yerinde görülmemin uygun olmayacağını yakın bir yerde inmemi, beni alacağını söyledi. Bunun üzerine arabayı kenara çektim, Barış’ı beklemeye başladım.
Aradan 15 dakika geçmişti ve endişelenmeye başlamıştım ki Adalet Bilgin’in sesini duydum. Ses ormandan geliyordu, hemen ormanın içine doğru koşmaya başladım. Etraf çok karanlıktı ama çığlıkların ardı arkası kesilmiyordu. Durmadan koşarken kafamın arkasına aldığım sert darbeyle yere yığıldım.
Gözlerimi açtığımda, tahta bir zeminde yatıyordum. Hafifçe doğruldum, etrafıma bakınıp dün neler olduğunu aklımdan geçirdim. Mantığım Barış’ı suçluyordu ancak geçerli bir neden bulamıyordum. Kara kara düşündüğüm esnada kapı gıcırdayarak açıldı ve içeriye Adalet Bilgin girdi. Karşıma oturdu ve ” Niye burada olduğunu biliyor musun? ” dedi. ” Hayır, hiçbir fikrim yok. Geçen yıl işlediğiniz cinayetleri polise siz mi açıklayacaksınız yoksa benim mi açıklamamı tercih ederdiniz? ” dedim. Kahkahalarla güldü ve ” Şu senin işlediğin toplu katliamdan mı bahsediyorsun? ” dedi. Çok sinirlendim, kalkıp boğazına yapışmak istedim ama yapmadım. Onun yerine ” O gün sizleri dinlemek için toplantı odasına gittim fakat başka bir odada cesetler buldum. ” dedim. Cevabı hazırdı, cebinden telefonunu çıkardı ve bana o günün kamera kayıtlarını gösterdi. Kamera kayıtlarına göre girilmez yazan odada yapılan toplantı da ben de vardım, Adalet Bilgin’in yüzüne beyaz bir toz üflüyordum sonra tüm çalışanları vuruyordum kayıt birkaç dakikalığına kesiliyordu. Kaydın devamında içeri düşerek giren kişi Barış’tı. O anda aklımdaki tüm sorular cevaplandı.
Adalet Bilgin’e kaydı birkaç saniye geri sarmasını istedim. Tam Barış’ın düştüğü yerde benim gözlüklerim vardı. Adalet Bilgin de bunu fark edince olayı anladı. Cinayetlerin faili Barış’tı ama bunları neden yaptığı, o beyaz tozun ne olduğu, girilmez yazan kapıyı niye daha önce hiç görmediğim, bana görülmeden nasıl Adalet Bilgin’i o odadan çıkardığı cevaplanacak sorular arasındaydı.
Adalet Bilgin’e toplantıdan sonra nerede uyandığını sordum. Benim gibi masasının başında uyandığını söyledi. Çok şaşırmıştım, meraklanmıştım, dışarıda bir sonraki hedefi ben ve Adalet Bilgin olan bir katil dolaşıyordu ve benim cevaplara ihtiyacım vardı. Orayı terk etmeden önce Adalet Bilgin’e niye o toplantıları düzenlediğini sordum. Açıklamasını dinledikçe çileden çıktım kalkıp gitmek için ayağa kalmak üzereydim ki üzerimize kurşun yağmaya başladı. Yere yattım gözlerimi kapattım, kurşun seslerinin bitmesini bekledim. Aradan birkaç dakika geçti yavaşça doğruldum, Adalet Bilgin’in ölü bedenini geride bırakarak koştum ve arabama bindim.
Ofise gittim, girilmez yazan odaya girdim, odanın her köşesini aradım. 3 saat sonra usanıp bırakmak üzereydim ki eteğim bir çıkıntıya takıldı. Çıkıntıyı tutup çektim, bir çekmece dolusu bazı yerleri kana bulanmış evrak vardı. Öldürülen çalışanların kucağındaki evraklardı bunlar. Teker teker okumaya başladım…
Odadan çıkmak üzereydim ki Barış geldi. Nasıl olduğumu sordu. ” Her şey bitti Barış, en azından şu an dürüst ol tüm bunlar niyeydi? ” diye sordum. Silahını çıkardı, alnıma dayadı ve tetiği çekti. Bense yere yığılırken gülümsüyordum, odadayken çoktan polisi aramıştım. Gözlerimi hastanede açtım ve polislere tüm olayları anlattım. Bu olaylar yaşanmadan önce komaya giren bir kişi dışında herkesin öldüğü bir trafik kazasını haber yapıp sunan arkadaşlarım trafik kazasına karışanlardan rüşvet almışlardı ve Adalet Bilgin’de bunu gizlemişti. Haber lokal bir olay olduğu için diğer gazetecilerin ilgisini çekmemişti. Bu sayede olay kapanmıştı ta ki komadaki kişi uyanana kadar. Adam uyanınca Barış panik olmuştu ve komadan çıkan adam da dahil herkesi öldürmüştü. Adalet Bilgin ise ormandaki karşılaşmamıza kadar hayatta kalabilmişti çünkü Barış’ı tüm suçu bana atacağını söylemişti. Tabi hesapta benim tüm bunları öğrenmem ve ormandan kurtulmam yoktu beni de o yüzden vurmuştu. Şimdilerde Barış hapiste, bense meraklanmayı yasakladım kendime. Sıradan bir hayatım var artık.