Çocukluğundan beri kitapları hep etkileyici bulmuştu Cath. Ne zaman üzülse, korksa, sevinse yani neredeyse sürekli kitap okurdu. Bu özelliği, o ne kadar değişirse değişsin, onda aynı kalan tek şeydi. Kitapların her sorunu çözebileceğini düşünür, en ufak bir olayda kitaplara sığınırdı. Yalnızca kitaplarla kalmaz, ilgisini çeken her türden yazıyı okurdu. Onu çeken şey okumak değil, insanların yazdıkları yazılar aracılığıyla ona açılmalarıydı. Dinlemeyi seviyordu aslında o, etrafında sürekli bir şeyler anlatılsın isterdi. Fakat yanında birileri varken rahat hissedemediği için bu yolu bulmuştu kendine. İnsanları dinleyemiyorsa o da okurdu o zaman.
Kendini bildi bileli okuyordu Cath. Annesi öldükten sonra daha da çok okumaya başladı. Duygularını açabildiği tek kişi olan annesinin ölümü onu sarsmış ve kendini yine kitap okurken bulmuştu. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra babası yanına gelip başka bir şehre taşınacaklarını söyledi Cath’e. Yeni evleri küçük fakat iki kişi için olması gerektiğinden daha büyüktü. Babası, Cath’e fazla odalardan birini kendi küçük kütüphanesi olarak kullanabileceğini söylemişti. Seçebileceği birçok oda varken Cath tavan arasını istemişti. Tavan arası denildiğinde küçücük, basık bir yer gelmesin aklınıza. Geniş duvarları olan yüksek ve küçük bir oda gibiydi. Cath tavan arasını temizlemek için yukarı çıkmıştı ki eski ev sahibinin buradaki eşyalarını almadığını fark etti. Etraftaki küçük sehpaları ve kitap yığınlarını saymazsak aslında çok eşya yoktu. Cath, babasına haber vermeden önce kitapların cazibesine kapıldı ve onları incelemeye başladı.
Odanın ortasındaki kolonu geçmiş ve odanın geri kalanındaki kitaplara bakmaya başlamıştı ki sehpalardan birinin üzerinde duran kalın bir kitap ilgisini çekti. Kitabın kapağına baktığında okuyabilmişti fakat kullanılan dili bilmediğinden emindi. Öyleyse nasıl oluyordu da okuyabiliyordu aşina olmadığı bu dili? Daha önce hiç görmediği bir alfabeyle yazılmıştı tüm kitap ama yine de anlıyordu okuduklarını. Anlatmanın bir çeşit büyü olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden kitaplar ona büyülü geliyordu. Tavan arasındaki o büyük ve tozlu kitabı açtığında bu düşüncelerinin gerçek olduğunu gördü. Başka türlü açıklanamazdı bu gizem. Kitaptan zor da olsa uzaklaşıp kendi kitaplarını dizmeye başladı raflara.
Bu konuyu babasına anlatıp anlatmamakta karasızdı. Babası onu ciddiye bile almazdı ve neden bu kadar çok kitap okuduğunu da hiç anlamazdı. Bu yüzden anlatmamaya karar verdi. Bilgisayarını alıp tavan arasına çıktı ve bulduğu kitap hakkında biraz araştırma yapmaya başladı. Kullanılan alfabenin Antik Yunan alfabesi olduğunu öğrendiğinde okuduğu sayfalar daha mantıklı gelmeye başlamıştı. Çünkü kitapta Yunan mitolojisiyle ilgili bilgiler vardı. En çok da melezlere yer verilmişti: Yunan tanrılarının herkesten sakladıkları çocukları. Bu konu ilgisini çekmişti Cath’in, bilgisayarı kapatıp kitabı okumaya karar verdi. Tüm gün boyunca bir kez bile ara vermeden okudu ve bitirdi kitabı. İnanmak istemediği tahminleri doğru çıkmıştı, hiç şüphesiz Cath bir melezdi.
Hala inanmakta güçlük çekse de gerçekler ortadaydı. Ayrıca annesinin ölmeden önce Cath’in babasının, biyolojik babası olmadığını söylemesi de durumu daha da kesinleştiriyordu. Cath ne yapacağını bilmiyordu, bunu hiç öğrenmemiş gibi hayatına devam edebilirdi veya daha da üstüne gidebilirdi. Günlerce bunun hakkında düşünmesinin ardından cevaplara ihtiyacı olduğunun farkına vardı. Bu gizemin peşini bırakmaya niyeti yoktu, sonuna kadar gidecekti. İlk yapmaya karar verdiği şey evlerinin eski sahibine ulaşmaktı. Bazı cevaplar bulacağı kesindi ama bu cevapların onu nereye sürükleyeceğine dair hiçbir fikri yoktu.