Yemyeşil ağaçların mis kokulu yaseminler ve birçok farklı tondaki çiçeklerin olduğu, kedilerin mırlamalarıyla dolu çok şirin bir mahallemiz vardı. Evler rengarenk boyanmış, taşlara türlü türlü resimler çizilmişti. Çocuklar mahallenin sokaklarında oyunlar oynar, acıktıklarında komşuların sofralarına misafir olurlardı. Herkes birbirini tanır ve uyum içinde mutlu mesut yaşardı. Birinin derdi ya da üzüntüsü olursa komşuları hemen yardıma koşardı. Hiç kimse bir dediğini ikiletmezdi.
Benim mahalleden çok komşum ve arkadaşım var. Hepsiyle de iyi anlaşırım. Arada küçük sürtüşmeler olsa da herkesle aramı iyi tutarım. Birçoğuyla da küçüklük arkadaşıyım ya da aynı okula gidiyorum. Hepsinin bende çok ayrı yerleri var ama içlerinden Özgür diye bir arkadaşım benim için çok farklı. Özgür genç yaşına rağmen; çok akıllı, ayakları yere basan, ne yaptığını bilen ve mahalle içinde sevilen ve değer verilen bir arkadaşım. Giyimine kuşamına hep önem verir, her zaman temiz giyinmeye özen gösterir ama rahatlığından taviz vermez. Saçlarını doğal haline bırakırdı ve rengi de sahildeki kumlar gibiydi. Okyanusu andıran gözleri vardı. İnsan Özgür’le uzun bir süre boyunca göz göze gelmekten korkabilirdi, onun öyle bir büyüsü vardı.
Hep buluştuğumuz ve birlikte zaman geçirmeyi sevdiğimiz arkadaşlarımızla buluştum. Bunlar Özgür ve dört diğer arkadaşımdı. Her zamanki yerimiz olan mahallenin kafesindeki o masada onları bekledim. Peyderpey gelmeye başladılar. Herkes gelmişti ancak Özgür ortalıkta yoktu. Sohbet edecek ve oyun oynayacaktık. Gelmemesine çok şaşırdık. Hiçbir zaman buluşmaları kaçırmazdı oysaki… İçimizden biri “Acaba morali mi bozuk? Ondan mı gelmedi.” diye sordu. “Sanmıyorum.” dedim, “Öyle bir şey olsaydı illaki duyardık.”. İçimize kurt düştü ama elimizden Özgür’ün iyi olduğunu ummaktan başka bir şey gelmezdi. Alışıldık buluşmamızı ertesi gün de yaptık ama yine Özgür yoktu. Bu buluşmaya da gelmemesi cidden tuhaf olmaya başlamıştı.
Hep beraber Özgür’ü aramaya karar verdik. Mahallede yavaş adımlarla ve her yeri tarayan gözlerle gezmeye başladık. Birçok komşumuzu gördük ama hiçbiri Özgür’ün nerde olduğunu bilmiyordu. Acaba mahalleden bizden habersiz taşındı mı diye düşünmeden edemedim. Elma ağaçlarının olduğu tarafa yürümeye başladık. Elma ağaçların yanındaki evinde mahallenin sevilen ninesi vardı. Sorduk ona bir bildiği var mı diye. Bize aşağı taraftaki ağaçların orda onu gördüğünü söyledi. Koşar adımlarla söylediği yere gittik. Ve evet ordaydı! Onu gördüğümüze çok sevinmiştik. Elma ağacının altında elinde kalem ve kağıtla bir şeyler karalıyordu. Onunla konuşmaya herkes can atıyordu. Kendimi tutamadan sordum “Neden böyle düşünceli görünüyorsun?”. Yüzündeki hafif tebessümle gözüme baktı, “İyiyim. Merak etmeyin.”.
Birkaç gün bile olsa ondan uzak olmak onu özlememize yetmişti. Saatlerce sohbet ettik bize içindeki uzak diyarlardan ve keşfedilmeyi bekleyen yerlerden bahsetti. Anladık ki Özgür’ün içindeki hürriyet tutkusu ile keşfetme arzusu birleşmiş ve sonuçta Özgür’ün içinde fırtınalar giderek kasırgalar olmaya başlamıştı, onun tüm benliğini bu duygularla hapsetmeye başlamıştı. Anladık ki o da Kristof Kolomb gibi uzak diyarlara açılmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu. Özgür’ün zaten çok dışa dönük ve yenilik peşinde koşan bir maceracı olduğunu bilirdik ama onun ruhunun bu kadar keşfetme arzusu ile dolup taşacağını tahmin etmemiştik. O hayalindeki yerleri, diyarları anlattı biz de dinledik. O anlattıkça biz dinledik. Onu her bir kelimesi bizi daha da çok büyülüyor ve içine çekiyordu. Onu böyle dinlerken birden fark ettik ki biz de Özgür’ün peşinden gitmek istiyorduk. Onunla hiç kimsenin el atamadığı vadilere, ormanlara, gün ışığında parıldayan cam gibi okyanuslara açılmaya hazırdık ve sonuna kadar onunla beraber ilerlemek istiyorduk.
Meğerse hürriyet sevdası bulaşıcı ve vazgeçilmezmiş. Biz bunu orada o elma ağacının altında anladık. Bu duygu ve düşünceler hiç silinmeyecekti.