Medeniyeti “uygarlık”, uygarlığı “Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü.” olarak tanımlar Türk Dil Kurumu. Biraz saygı, biraz sevgi, biraz hoşgörü ve tüm bunların bir araya gelmesi yeterlidir uygar olmak için. Medeni olmak için gereken rutin bir şekilde devam eden hayatımızın arasına biraz düşünce, biraz sorgulama eklemek; her şeyi olduğu gibi kabul etmemektir. Bir toplumun uygarlık seviyesinde olması için bireylerin başkalarının sahip olduğu yaşama, adil yargılanma, seçme ve seçilme gibi haklarına saygı duymaları gerekir. Bir toplumun uygar sayılabilmesi için her bireyin düşünce, ifade, din, vicdan, çalışma özgürlüğü gibi her türlü özgürlüğe sahip olması kaçınılmazdır. Medeni bir toplumun mensupları kendilerini geliştirmek adına fikirlerini sanat ve teknolojiyle harmanlayabilmeli ve üretken bir yaşam sürdürebilmelidir. Bu da ancak özgürlüklerini elinde tutabilen bireyler için geçerli olabilir.
Medeniyetin getirileri ise çoğu zaman medeni olmak için gerekenlerle aynıdır. Saygı, sevgi, hoşgörü, özgür düşünce, doğru bilgiye ulaşabilme, kendini geliştirme isteği ve daha niceleri medeniyetin bir topluma ve o toplumdaki bireylere kazandırdıklarıdır.
Peki uygarlık seviyesine ulaşmamıza ne yardım etti? Sanat mı bizi daha sevgi ve saygı dolu, öğrenmeye aç, kendini geliştirmeye çalışan bireyler ve toplumlar haline getirdi yoksa teknoloji mi? Sanat mı fikir üretebilen, bir şeyleri sorgulayabilen, medeni insanlar olmamıza daha çok yardım etti yoksa teknoloji mi?
Doğrusu uygarlık adına kaydettiğimiz ilerlemeler bütününe hiç şüphesiz teknolojinin de sanatın da sayısız katkısı olmuştur. Ancak, acaba hayatımızı kolaylaştıran, bilgi erişimimizi olduğundan çok daha kolay hale getiren teknoloji mi yoksa bizi düşünmeye sevk eden, yeni fikirler kazanmamızı sağlayan ve ruh dünyamızı genişleten sanat mı bizleri uygar hale getirdi? Bu konu üzerine kendi fikrimi belirtecek olsaydım düşünmeden sanat derdim.
Teknoloji her şeye erişimimizi gün geçtikçe çok daha kolay hale getiriyor. Teknolojinin gelişimi sayesinde teknolojiden doğmuş olan bilgisayarlardan tutun, teknolojiyi geliştirmiş ve üretmiş olan biz insanların biyolojik özelliklerine kadar her türden konu hakkında birçok bilgiyi çok kısa bir sürede elde edebiliyoruz. Bu ilk bakışta mükemmelliğin ötesinde bir avantaj gibi görünüyor olsa da bu avantajı lehine kullanmak yine insanlığın elinde olduğundan bunu bir türlü yararımıza kullanamıyor, bu kolaylıktan yüz bularak bu durumun bizi tembelleştirmesine izin veriyoruz. Tembelliğin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor ve görüyor olmamıza rağmen bu konu hakkında herhangi bir şey yapmıyor, bu duruma göz yumuyoruz.
Ruha işleyen sanatın ise ruhu geliştirmek, dinlendirmek; insanları düşünmeye, bir şeylere tepki göstermeye, her şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmemeye itmek gibi göz ardı edilemeyecek yararları olduğunu biliyoruz. Sanatçının detayları vurgulayabildiği, sanatı seven bir insanın ise bu detayları görebildiği doğrudur. Bu, ruhun gelişiminin bir parçasıdır. Ne yazık ki sanatın da insanlar üzerinde, kitlelerin sanat ve sanatçılar tarafından yanlış düşüncelere itilmeleri, insanların sanat yüzünden bir düşünce üzerinde sürü psikolojisiyle hareket edip zamanla sorgulama yetilerini kaybetmeleri gibi kötü etkileri de oluşabiliyor. Bazen insanlar bir sanat dalına veya bir sanatçıya o kadar çok bağlanıyor ki sanata tutkusu sayesinde elde ettiği sorgulama yetisi, o sanat dalına veya o sanatçıya karşı yok olabiliyor. Bu kayıp da bazen insanların tutkulu oldukları sanatçı tarafından kendilerine aşılanan yanlışları sorgulayamamalarına yol açıyor. Ancak bana göre sanatın sahip olduğu bu kötü yan etkiler yine de tembellikten daha tehlikeli olamaz.
“Tembellik, hür adamı köle yapar.” -FİRDEVSİ