İnsanlar yıllardır “Sanat kimin içindir?” diye sorar ve tartışırlar. Bence aslında çok basit bir cevabı vardır; sanatı yapan, üreten, icra eden insandır. Tüm insanlar da temelde, ürettiklerini diğer insanlara sunmak ve beğenilmek arzusu taşır. İnsana hitap etmeyip etkilemeyen bir ürün sanat olabilir mi? Bir esere çok güzel, başarılı, duygusal, derin gibi daha birçok sıfatı yakıştıran yine insandır. Bir ressam yaptığı resimleri ya da bir müzisyen bestelerini kendisi için yapmaz. Mutlaka birilerine göstermek, fikirlerini almak zorundadır. Sadece fikir almak da değil, sanat insanlar arasında bir köprü olmalıdır; sanatçının yüreğindeki fırtınayı, aşkı, heyecanı, gizemi bize de hissettiren. Diğer ruhlar ile paylaşamadıktan sonra ne anlamı olur bir sanat eserinin ya da bir başyapıtın? Toplum nasıl ilerleyebilir ki aralarında bir bağ kurulmazsa? Daha da önemlisi ortak bir kültürleri olmazsa…
Bazı duygular, medeniyet yolunda ilerleyebilmek için bağlayıcıdır. Sanat da bu duyguları uyandırmanın yollarından biridir. Örneğin bir tiyatro eseri; insanı, insanlarla anlatır. Vermek istediği mesajı yine onlara, sahnede yaşatarak verir. Oyunu izlerken tüm o sürede, birbirini hiç tanımayan ama aynı duyguları paylaşan beraber gülüp, üzülen bir grup insansınız. İşte bu bile sanatın topluma ait olduğunun bir göstergesidir. Sanat, sanat içindir, diyenler var ya onlara sormak isterim: Bir eserin değerlendirmesini ya da sunumunu dağa, taşa ya da havaya mı yaptıracağız? Hayır tabi ki. Bizler yapacağız. Biz kimiz? Nereden geldiğimiz önemli değil. Biz toplumuz. Medeniyet yolunda ilerlemenin temelidir sanat. Atatürk’ün de dediği gibi “Medeniyet şahikasının merdiveni sanattır.”