“Sakın ona dokunma!” cümlesinin kulağıma fısıldandığını duyunca uyandım.Ve saçlarımın ucundan akan su tanecikleri bedenimi ürpertiyordu. Etrafıma baktığımda dışarıda sireni tüm şehri uyandıran ambulanstan başka yaşam belirtisi yoktu.Yatağımın yanındaki çevirmeli telefona uzandım.Odama bavullarımı taşıması için bir bellboy istedim.Yatağımdan yavaşça kalktım.Ceketimi aldım, bavulumu atik bir hareketle topladım. Kapım tıklanıyordu bir kaç saniye öylece dalmıştım bundan dolayı kapıdaki adamı hayli ağaç etmiş durumdaydım.Bunu fark edince koşar adım kapıya gittim ve araladım.Karşımda uykudan sulanmış gözlerle bana bakıyordu. Yanak kaslarım yıllar sonra ilk kez tebessüm etmenin mutluluğuyla dişlerimi gösterdi. Bellboy yatağımın yanında duran bavulumu işaret etti bende girmesini söyledim.İçeri girerken ayakkabısının gıcırtısı beynimdeki tüm sesleri unuttururcasına rahatsız ediyordu.Bavul taşımaktan nasır tutmuş elleriyle bavulumun kulpunu sertçe kavradı. Aşağı merdivenle indik bavulumu yere bıraktı teşekkür bile etmeden lodos da esen bir rüzgar gibi çıkıverdim.
Dışarıya çıktığımda şehrin güneşi kucaklamasına dakikalar kala dışarıda olan ayaz ruhumu kesiyordu. Ceketim bedenimi hapsedercesine sıkıyordu. Çıkardım ve omzuma savurdum. Kaldırımdaki desenlere bakarken gördüğüm rüyayı düşünüyordum daha doğrusu kabusu. Hatırlamakta güçlük çekiyordum. Kendimi o kadar zorlamıştım ki bir an beynimin her hücresi artık bunu düşünemem için bana yalvarıyordu. Sabahın semaları yüz göstermeye başlamıştı ki aklıma geldi,Tanımadığım bir adam önümde duruyordu. Adamın arkasında pastan geçilmeyen gri bir masa ve üzerinde, makas, kağıt, sigara ve bardak vardı.Rüyaya dair hatırladıklarım sadece ama sadece bu baştan sağma bilgilerdi. Geceye doğru suya vuran ay ışığı gözlerimi kamaştırıyordu,bana kucak açan banka kafamı koyarken günün bütün yorgunluğuyla göz kaslarım artık göz kapaklarımı taşıyamıyordu ve sonunda pes ettiler.. İrkilerek uyandım, yine aynı rüya zihnimde oynamıştı. Aklımda fikir belirdi. Rüyamda gördüğüm binaya gidecektim.Yola koyuldum. Havada çiseleyen yağmur kokusu vardı etrafımda insanlar işe yetişme telaşıyla kuş sürüsü gibi gidiyorlardı. Zihnimin erdiğince o mekana en çok benzeyen yere geldim. Dışarıdan bakıldığında tinercilerin bile girmeyeceği ,güneş ışınlarının gelmeye yorulduğu yıkık dökük bir binaydı.İçeriye girmekle girmemek arasına kuşkuya düşmüştüm bir an istemsiz refleksle arkama hızlıca arkama dönüp baktım ama sesleri kulağıma ilişen böcekler vardı sadece. Bir cesaret atıldım binanın girişine.Tahta kapı asırlar önceden kalmıştı sanki kapıyı açarken tereddüt ettim ama bunu yaptım. Açtığımda adeta bütün evren bana odaklanmış başımın üstünde dönüyordu.. Karşımda duran paslı masa ve üstündekiler..Arka odadan adamın yüzü belirdi. “Sakın ona dokunma”dedi bende gözlerimi gözlerine diktim ve “Ne” dercesine göz bebeklerimi oynattım.Son olarak bana dönüp dedi ki ” Gelecek” kapıya bir dakika kadar baktı ve bir daha tekrar etti “Sakın ona dokunma” arkasına bakmadan kapıyı çekip gitti. Ne olduğunu idrak etmekte güçlük çekiyordum. Masanın karşısında duran yosun tutmuş sandalyenin tahta parçasını kavradım kendime doğru çektim, oturdum sandalyeye gelecek ve masadakiler hakkında düşünüyordum. Binanın içindeki rutubet kokusu burnumu yakıyordu buna aldırış etmedim. Masada duran kağıdı elime aldım arkasını çevirdiğimde kağıtta “Gelecek “yazıyordu. Makası aldığımda “Geçmiş” yazıyordu tuhafıma giden şey çok güzel bir şekilde el yazısıyla yazılmıştı tüm bunlar. Sigarayı elime aldım kokusu ciğerlerimi rahatlatıyordu sigaranın üstünde herhangi bir şey yazmıyordu. Sigaranın içini açmayı denedim kokusu daha da ağırlaşmıştı, içindeki tütünü masaya döktüm ve tütünün doldurulduğu yerde “Ölüm” yazıyordu. Bu kelimeden çok etkilenmiştim hemen masaya geri fırlattım. Son olarak bardağı aldım elime bardak beyaz renkteydi bardak birden elimden düştü anında kırıldı.Mucizevi şekilde etrafta cam kırıntısı yoktu. Bu önceki yazılardan sonra bence bunun anlamı geride hiçbir şey kalmaması.
Tüm olanlar bitti ne olduğunu beynim almıyordu. Anında kafamı çevirdim önümde dört adet İran halısı motifli kapı vardı. Tepemde ışık açıldı ve masadaki eşyalardan birini seçmemi istiyordu. Ben ise Ölümün simgesi olan sigarayı seçtim üçüncü kapıya doğru emin adımlarla gittim bacaklarım yaprak gibi titriyordu bir aslan edasıyla açtım kapıyı girdim içeri anında yere yıkıldım. Oda simsiyahtı ışık denilen kavram sanki burada geçersizdi. Ölüm kelimesi yankılanıyordu kulağımda.Şunu anlamış bulunmaktayım ki hayat dört ana kavramdan oluşuyor “Geçmiş,Gelecek,Ölüm ve Yaşantılar” ölmüştüm artık her şey bitmişti ta ki hayatımın dönüm noktası olan düşten uyanana kadar…