Sarayda sıradan bir gündü. Odamda oturmuş usulca pencereden bana bakan kuşu izliyordum. Ne kadar da özgürdü. İsterse olduğu yerden bana bakmaya devam eder, isterse de gökyüzünün maviliğine karışırdı. Söylemesi her ne kadar üzücü ve kalp kırıcı olsa da ben asla bir kuş kadar bile özgür olamayacaktım. Sarayda doğdum, sarayda büyüdüm ve sarayda ölecektim. Hep, eğer bir prenses olmasaydım nasıl bir hayat süreceğimi sorardım kendime, hayal ederdim. Hayal ederdim inekleri sağmayı, tarlaya gitmeyi, yeni insanlarla tanışmayı, ailemle aynı masada yemek yemeyi, çimlerde uzanıp güneşi izlemeyi, sıradan bir genç kız olmayı…
Kapının tıklatılmasıyla kendime gelmiş hayal dünyamdan yavaşça süzülüp gerçekliğe geri dönmüştüm. Bu sırada da penceremdeki kuş uçup gitmişti. İçeri sarayda çalışan bir hizmetçi girdi ve bana yeni elbiselerimi getirdi. Her gün farklı bir elbise giymek zorundaydım. Eğer aynı elbiseyi 2 kere giyersen halkına çok büyük saygısızlık ve özensizlik göstermiş sayılıyordun. Her gün güzel, alımlı olman ve o sahte gülümsemeyi takınman gerekiyordu. Bu göründüğünden daha zordu. Her gün olmadığını bildiğin halde mükemmel olmaya çalışmak, insanları her zaman mutlu etmek, başkalarına göre yaşamak…
Kahya elbiselerimi yavaşça yatağa koydu ve kendi elbisesinin gizli cebinden, çok da büyük sayılmayan bir hediye paketi çıkardı. Yavaşça yaklaştı ve “Prensesim, size köyden bir hediye geldi. Lütfen kimseye benim getirdiğimi söylemeyin yoksa kellem gider. Sizi böyle üzgün görmeye dayanamıyorum. Belki bu hediye sizi biraz neşelendirir diye düşündüm. Köyden bir kız yazmış. Siz de köy yaşamını sürekli merak ettiğiniz için..” dedi ve hemen elinden hediye paketini hızlıca aldım. Cümlenin gerisini duymaya gerek bile duymadım. Kahya yüzünde bir tebessümle yavaşça odadan ayrıldı. Odada tek ben ve bu gizli hediye paketi kalmıştık. Çok heyecanlıydım, daha fazla dayanamayıp paketi açmaya başladım.
Hediye paketini açtığımda şok oldum. İçinde otuza yakın mühürlü mektup vardı. Hiçbiri ise açılmamıştı. İyi de köyde mühür ne gezerdi ki? Mektupların hepsini kutudan çıkardıktan sonra kutunun dibinde bir şey gözüme çarptı. Baktığımda bunun bir ayna olduğunu anladım. Mektuplara yavaşça göz gezdirdim. Bu nasıl olabilirdi? Bu mektuplar benim en yakın arkadaşım Elenor’a yazdığım mektuplardı. Fakat kendisi 1 yıl önce vefat etmişti. Peki neden mektuplarımı okumamıştı? Her hafta ona mektup yazıyordum ve cevap bekliyordum ama hiç yanıt alamamıştım. Demek mektuplarımı okumadığı içinmiş. Uzun uzun düşündüm, aynaya baktım. Bir türlü anlamlandıramadığım sesleri tekrar duymaya başlamıştım. Daha sonra hatırladım…
Ben Molly, 12 yaşında çoklu kişilik bozukluğu teşhisi konan ve o günden beri hastanede ağır dozajda ilaç altında kalan bir çocuktum. Bedenim 17 yaşında olsa da zihnim 12 yaşında sıkışıp kalmıştı. Her gün babam odama gelir ve bana masallar anlatırdı. Gözümü bile açamıyordum, doktorlar benden ümidi tamamen kesmişti fakat ben hala babamın bana okuduğu her masalı zihnimde gerçek kılmaya devam ediyordum. Günün birinde bana eğer normal bir çocuk olsaydım hayatımızın nasıl olacağını anlatacağı, beni ne kadar çok sevdiğini söyleyeceği masalı anlatmasını iple çekiyordum…