Uyandım ve gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey güç alanından yapılan bir cam. Gökyüzü kıpkırmızı, yer daha da kırmızıydı. İnsanlar kasklarını takmış, kaldırımlarda yürüyor. Bazı arabalar ise tekerlekleriyle normal gitmek yerine jetlerle uçuyor. Mars’taki tipik bir 2035 günü. Ben Mars’a 2 yıl önce araştırma amacıyla geldim fakat daha sonrasında asıl evim olan Dünya’ya geri dönmek yerine burada kalmaya karar verdim. Kalktım ve üstümü giyinip odamdan çıktım. Ardından birkaç koridor geçip uzay istasyonunun merkezine vardım. Bugün çok araştırma yapmam gerek. Hemen işe başladım.
Araştırmam son zamanlarda Mars’ta bulunan ve kendi bilinçlerine sahip olan tek hücreli bir organizma. Fakat bu organizma diğerlerine benzemiyor. Yapılan testler sonucu bu canlının tüm hava koşullarına karşı uyum sağlayabildiğini öğrendik. Aynı zamanda boyutunu istediği zaman bir hücre kadar, istediği zamansa ortalama bir ev kedisi büyüklüğünde yapıyordu. Fakat genellikle kedi boyutlarında takılıyor. Bugün bu yaratığın farklı canlılarla olan etkileşimlerine bakacağız. Herkes hazırlandı ve labarotuvara geçtik. Garip canlının bulunduğu ileri teknoloji tankı suyla doldurduk ve içine bir pirana attık. Birkaç dakika bekledikten sonra organizma birden pirananın yanına gitti ve kayboldu. Herkes tankın içine bakıyor, canlı şey nerede diye arıyordu. Ardından birinin aklına canlının istatistiklerini gösteren tablete bakma fikri geldi. Tüm bilim insanları tabletin başına toplandı fakat ben hala tanka bakıyorum. “Nereye gitti ki bu şimdi?”. Birden balığın renginin değiştiğini gördüm. Sanki rengi koyulaşmıştı. Aynı zamanda gözlerinin de sadece akı vardı. Diğerleri tabletten istatistiklere baktığında canlıyı pirananın içinde gördüler. Birleşmişler miydi?
Balığın rengi iyice siyah oldu ve gözleri grileşti. Ardından geriye doğru gitti ve çok hızlı bir şekilde cama çarptı. Camda bir çatlak oluştu ve alarm çalmaya başladı. Yardımcı robotlar bizi dışarı götürdü ve iki organizmayı da kaçmayacaklarından emin oluncaya kadar oyaladılar. Evet, organizma kaçmıştı ve muhtemelen şuan labarotuvarın içinde bir amip boyutunda geziyordu. Tam diğerleriyle ne yapmamız gerekiğini düşünürken hemen arkamızda biri bağırdı. Araştırma merkezinin başı siyahtı ve gözleri bembeyazdı. Ağzını neredeyse 200 derece açmış ve ağzında keskin dişler vardı. Personellerden birini sıkıntısızca midesine indirmişti. Doğal olarak herkes koşmaya başladı. Bir bağırış daha, biri daha yok oldu. Bir tane daha, başka biri. Birşey yapmamız gerekiyordu. Yanımda olan 2 diğer arkadaşımla bir plan yaptık.
Planımız basitti: İlk olarak birimiz canavarın dikkatini dağıtacak ve ardından onu laboratuvar odasına doğru çekecekti. Ardından ben canavarın arkasından ona kritik bir darbe indireceğim ve parazit araştırma merkezinin başının içinden çıkacak, onu oyalayan arkadaşım bir tüpe koyacak ve işi bitecekti. Diğer arkadaşım da ne olur ne olmaz diye kapıyı her an kapatmaya hazır olacaktı.
Planı uygulamaya başladık ve herşey istediğimiz gibi gidiyordu. En azından bir zamana kadar. Benim sıram geldiğinde canavara vurdum fakat bu sadece onu daha da kızdırmışa benziyordu. Fakat ardından kapıyı kapatması gereken arkadaşım geldi ve canavara bir yangın tüpüyle vurdu. Parazit araştırma merkezinin başından çıktı ve onu bir tüpe hapsettik. Ardından da ne yapacağımızı bilemediğimiz için onu bir roketle uzaya gönderdik. Parazitten kurtulmuştuk ve istasyonumuz artık güvendeydi. Güzel bir akşam yemeği yedik ve ardından odama gittim. Tam uyumaya hazırlanıyordum ki çekmecemin üzerindeki telsizden bir ses geldi:
“Burası Dünya, insanlar siyah ve göz bebekleri olmayan canavarlara dönüşmeye başladılar. Lütfen yardım ekibi gönderin…” Telsizi kapadım fakat öylece donakaldım. Ardından uykuya daldım.