İnsanlar nasıl aldatılır bilir misiniz? Ne şekilde kontrol edilir veya düşünceleri değiştirilerek farklı yönlere saptırılır? Büyük çoğunluğumuz bilmeyiz ve bilenlerle de pek gurur duymayız. Sadece merak ederiz, kendimize sorular sorarız. Gerçek ile aralarına perde çekilmiş insanlara dönüp, “Nasıl hakikati görmezler?” diye isyan ederiz. Bazen parmaklarımızla göz kapaklarını açmaya çalışırcasına anlatırız, aydınlatmaya çalışırız karanlığı. Fakat sonuç değişmez, rüzgâr hep bir yöne akar ve biz de içten içe hep korkarız o rüzgâra kapılmaktan. Bu sihre “manipülasyon” denir.
Manipülasyon, kara bir sanat olarak bilinir. Öğrenmesiyle ustalaşması zordur. Tuvali insan, fırçası ise laflar ve fiillerdir. “Hile ile yönlendirme” olarak nam salmış bu yetenek, tarihin başlangıç noktasından başlayarak günümüze kadar birçok alanda zeki insanlar tarafından toplumlar, bazen de kişiler üzerinde iyi veya kötü gayelerle kullanılmıştır. Bunun en büyük örneklerinden birini de Batı Roma İmparatorluğu’nun MS 5.yy’daki çöküşü ile başlayıp Rönesans hareketi ile biten Orta Çağ’ın kilise yönetiminde görebiliriz. Sonsuz bir yozlaşma ve aydınlatılamayan bir karanlık… Bilim, fen yapanların öldürüldüğü yeniyi bulanın kesildiği bir zaman. Kilisenin, tabii ki de Papa’nın, neyi ne şekilde kullanarak bütün Katolikleri yüzlerce yıl nasıl elinde tuttuğu, onları nasıl sömürerek bin bir zillete sokabildiği hep bir merak konusu olmakla birlikte şu soruyu aklılara getiriyor: Güçlü bir manipülasyonun pençesinden nasıl kaçabiliriz?
Öncelikle hileden kaçabilmenin tek yolu, hilenin kendisi öğrenmekten geçer. Bunun tek anahtarı ise cehaletten bilgiye süzülmekle başlar. Çünkü doğrular, bir an önce gizlenmeye ve kapalı surların ardına alınmaya başlarsa toplumlarımız bunlar zamanında göremez ve işte o an bütün bir toplumu aydınlatmak kadar büyük başka bir engel daha doğar: Doğruyu saklayan büyük surları fethetmek. Unutmayınız ki Avrupalıların kelepçelendikleri din hakkındaki tek bilgileri bizzat Katolik kilisesinden gelmekteydi. Bu demek oluyor ki, ulaşılamayan bilgi, yani İncil, onlara gerçeği gösteremiyordu. “Cennetten para ile arsa” alındığına, günahlarının kiliseye verdikleri kefaretle bağışlanacağına inanıyorlardı böylece. Kilise, gücünü cehaletten alıyor ve insanların göremediği, duyamadığı, bilemediği ve öğrenemediği yere yularlarını geçiriyordu. Bunu bozmaya; insanları bilim, fen, hakikat yönüne götürmek isteyen Galileo, Jeanne d’Arc, Roger Bacon gibi bilim insanlarının engizisyon mahkemelerince öldürülmesi veya engellenmesi de bu nedenle son derece mühimdi. Velhasıl, ne olursa olsun ışık yeniden tüm gücüyle parladı ve onu pençesi altına almış “dogmatik” sarmaşıkları parçalayarak sisimsi kötülüğü bertaraf etti. Martin Luther gibi isimler sayesinde oldu bu büyük “yeniden doğuş”, ki biz buna Rönesans diyoruz. Coğrafi keşifler sayesinde insanlar zenginleşti, sonrasında ise bu kesim sanatı bilimi istikrarlı bir şekilde azar azar yıllar boyunca destekledi ve sonunda İncilin çoğaltılası gibi pek önemli reformlarla yıkıldı bu büyük zillet Avrupa’da.
“Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevî mirasçılarım olurlar.” der yüce önder Mustafa Kemal Atatürk. Cehaletin ne kadar da büyük bir düşman olduğunu ve yozlaştırılmaktan kurtulmanın tek yolunun da bilgelikten geçtiğini söyler işte bu sözler. Görevimiz, bilgelik yolunu bulup onu ilelebet takip etmektir bu yüzden. Unutmayınız ki tarihi öğrenmeyenler onu tekrar yaşamak zorunda kalırlar.