Manidar Ziyaret

Uzun ince tüplerin içindeki beyaz parlaklıklar gözlerimi patlatacak gibi. Kulağımın dibindeki bir şeylerden tiz sesler çıkıyor, kulağımı tırmalıyor ve beynimi ürpertiyor. Boğazımın derinliklerinde bir şey hissediyorum. Kuru ve soğuk.

 

—-

 

Mevsimden olsa gerek hava saate rağmen anormal bir şekilde kararmış. Güneş işlevini yitirmiş ve ay da yok olmuş gibi sanki. Önümü görmemi bile etrafı tek tük aydınlatan paslanmış sokak lambaları sağlıyor. Belki de göremememin sebebi gözlerimin yorgunluğundandır. İtiraf etmek gerekirse son zamanlarda onları gereğinden fazla zorluyorum.

 

Kısık bakışlar ve hızlı adımlarla yolda yürüyorum. Eminim ki insanlar ağır depresyonda olduğumu düşünüyorlardır ya da tehlikeli bir katil olduğumu. Ama durumumun her iki seçenekle de alakası yok. Sadece yorgunum, yorgun…

 

Sınav haftasına gireli yaklaşık 3 gün oluyor ve daha şimdiden mentalim yerle bir oldu. Bazenleri sabahı sadece elimdeki kahveyle görüyorum. Bazense sınav çıkışı üniversite kampüsünde bayılıyorum. Anlayacağınız yoğun stresin insanlar üzerinde gerçekten gözle görülebilir yoğun bir etkisi var. Kendimi son günlerde tanıyamıyorum bile. Bugün de yan etkilerden birisine maruz kaldığım başka bir gün. Uykusuzluk ve mide kazınması beni delirtiyor. Uyumak için can atıyorum ama vücudum bunu yapamıyor. Midem ağzımdan dışarı çıkacak gibi. Şu an sadece hazır bir yemek almak ve geceyi öyle atlatmak istiyorum.

 

Hedefimin önünde dikildiğimde marketin isminin yazılı olduğu absürt ledler büyük bir ışıltıyla parlıyordu. “Dandik bi’ market zinciri için bu mu harbiden” diye kaçırdım ağzımdan. Etrafta yetkili kimse yoktu neyse ki. Ardından içeri girdim.

 

Reyonlara bir göz atıyorum da bu fiyatlar neymiş böyle? Her ne alırsam alayım elimde patlıyor. Ürünlere koyulan kar yüzdesi de öyle az buz değil. %200 neredeyse. Kime gidiyor bunca para anlamadım. Gerçi çok da umurumda değil. İçinde kaybolduğum yabancı marketin makarna reyonunda favorim olan körili makarnayı alıp hemen kaçtım. Kasaya doğru ilerlemeye başladım.

 

Ürünümü kasadaki banda koydum ve ilerleyişini izlerken bir yandan cüzdanımı çıkarttım. Kasiyer garip gözlerle beni süzüyordu. Muhtemelen “Bu keşin derdi ne acaba bu kılıkla tek makarna alıp çıkıyor?” diye düşünmüştür. Zaten onu başka bir yerde görmeyeceğim, ne düşünürse düşünsün.

 

Birdenbire ensemde bir ürperti hissedip arkama baktım. Bomboştu. Uykusuzluk beni yormuş olmalıydı. Ödemeyi yaptım ve evime dönmek için yol almaya başladım.

 

Birkaç saniye sonra; tam marketten çıkmak üzereyken sert, kaba ve güçlü bir kol arkamdan boğazıma sarıldı. Ardından şakaklarımda yoğun bir soğukluk hissettim. Beni tutan herif tükürükler saçarak bağırıyordu. Durumumu anlamam çok uzun sürdü. Her şeyi sindirdiğimde rehin alındığımı fark ettim.

 

Ama inanır mısınız, korkunun zerresini hissetmedim. Böyle durumlarda can kaybı olma olasılığı çok düşüktür zaten. Ayrıca istisna olanlar hariç hırsızların hiçbiri cinayet işlemeyi göze almaz. Yaklaşık 15 dakika bu durumda kalırız sonrasında da olay bir şekilde tıkanır ve beni rehin alan adam gider diye düşünmüştüm.

 

Tabii bu sığ düşüncelerin hepsi adamın derdi para olsaydı gerçekliğe kavuşurdu. Fakat adamın haykırışlarına biraz kulak verince derdinin para olmadığını anladım. İlk kez kafamı ona çevirdim ve çevredeki kalabalığa yönelmiş suratını inceledim.

 

Gözlerindeki kılcal damarlar kıpkırmızı olmuştu. Bu genelde insanlarda yoğun öfke durumunda vücudun verdiği bir tepki olarak gözlenir. Bu durumun yaşandığı bir diğer durum ise vücuda dışarıdan alışık olunmayan kimyasallar verilmesidir. Uyuşturucu madde veya eczacının yazdığı yanlış bir ilaç buna sebebiyet verebilir. Ama muhtemelen ilk durum yaşanıyor. Çünkü yüzündeki her bir kas aşırı gergin ve kolları istemsizce kasılıp gevşiyor.

 

Elleri titriyor. Kafama dayadığı silah sanki zorla onun eline verilmiş gibi. Adam öldürmeye korktuğu her halinden belli. Ama ben birkaç dakika öncesine nazaran çok daha fazla korkmaya başladım. Çünkü öfkeden kuduruyordu herif. Evet kimseyi öldürecek cesaret onda yok, şu an benimle bu durumda olması bile onun karakterini titretecek kadar baskılıyor. Ama o gözleri ben çok yakından tanıyorum. Sorumsuzluğun gözleri onlar. Korkunun ve çaresizliğin buluştuğu gözler.

 

Cüsse olarak benden çokça büyük. Herhangi bir ters hareketimde çok tehlikeli durumlara düşerim. Belki bir şeyler deneyebilirim ama dediğim gibi korkmaya başladım.

 

Kasiyerler ve müşteriler yerlere kapanmıştı. Kimisi çocuğunu kimisi başını koruyordu. Kasiyerlerin elleri kasanın altındaki alarmlara gidip geldi birkaç kez. Polisin çağrıldığına eminim. Benim de yapmam gereken buradaki herkes gibi emirlere itaat etmek.

 

Kasiyerler adama çok kez para teklif ettiler. Ama adam her seferinde daha çok öfkelenip kinini kusmaya başladı.

 

Bağırıyor, sayıyordu. Her şeyin başındaki insanlara, sisteme. Sinirliydi ama bir o kadar da duygusaldı. Sesi kimi zaman titriyor, gözleri yaşla doluyordu.

 

Ailesinden bahsetmeye başladı yavaş yavaş. Küçük kızından, engelli oğlundan, onu terk edip diğer dünyaya giden eşinden. Yere kapananların hiçbiri onu dinlemiyordu ama. Vücutları boydan boya titriyor ve bu durumdan kurtulmak için dua ediyorlardı. Ama ben dinledim. Ben boğazımın arkasındaki adamı dinledim.

 

Ne kadar zor durumda olduğundan bahsetti. Bu hayatı neden böyle yaşamak zorunda olduğunu, ne yapması gerektiğini defalarca sordu. Çocukluğuyla yetişkinliğini kıyasladı. Kimse dinlemedi, ama ben dinledim.

 

Bu adamın kötü bir niyetinin olmadığı her halinden belliydi. Evet, niyeti para değildi ama kötülük de değildi. Hayat onu köşe bucak kovalamış ve köşeye kıstırmıştı. Adam yenilgisini kabul etmiş olmalı ki şu an kafamın üstünde yardım çığlıkları atıyor: “Beni kurtarın!” “Bana yardım edin!” …  Ama buradaki hiç kimse onu duyamıyor. Çünkü dinlemiyorlar. Dinlemek istemiyorlar.

 

Adamın öfkeli çığlıkları birdenbire kesildi ve yerini daha alt bir tona bıraktı. Benim görüş açımda olmayan biriyle konuşuyordu ve anlaşamıyorlardı.

 

Tartıştılar. Adamın tehlikeli olduğu aşikardı ama bunu fark etmeyen birisi vardı.  Arkamdaki adam çok öfkelendi ve ilk defa şakaklarımdaki soğukluğu kesti. Silahın hedefi ben değildim artık. Adamın üstüne yürüyen 3. kişiydi.

 

Bu durum olası en kötü senaryoydu. Diğer herifin yaptığı delilikti ama bunun beni kurtarma girişimi olduğunu anlayamayacak kadar salak değilim. Ona yardım etmeye ve bu durumdan beraber bir şekilde çıkmaya karar verdim.

 

Silah 3. kişiye doğrultulmuşken adamı inceledim. Gardının en ince olduğu anı keskin gözlerle yakalamaya çalıştım.

 

O sırada ikisi tartışmaya devam ediyordu. 3. kişinin sesi bazen çok nazik bazense çok sertti. Niyeti belli olmuyordu. Sesi bayağı tanıdık geliyordu aslında bana ama…

 

İşte o an, gardını düşürdüğü zamanı hissettiğim gibi karın boşluğuna dirseğimle bir darbe vurdum.

 

Kıvrandı ve vurduğum bölgeyi tuttu. Sarsıntı etkisini biraz daha arttırmak için son bitirici bir hamle yapmalıydım. Ama tıpkı bir aptal gibi iki hamleyle bitirmeyi seçtim.

 

Sağ dizindeki eklemi bir tekmeyle hedef aldım ve onun boyunu benimkinden aşağı bir hale getirdim. Bitirişi rahat yapabilmek için.

 

Fakat hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı. O bitiriş gelmedi. Adam kendini düşündüğümden daha hızlı toparladı ve elinden bir türlü atmadığı silahın tetiğini bana doğrulttu. Direncinin sağlamlığını görünce afalladım ve olduğum yerde donakaldım.

 

Her şeyin benim için bittiğini düşündüm. En azından eğlenceliydi. “Her şey için teşekkürler.” diye fısıldadım. Ardından daha yüksek bir sesle “Hayatında başarılar.” dedim adama. Sonrasında hızlı periyotlarla tekrarlayan adım sesleri duydum.

 

Fakat hiçbir şeyin önemi yoktu artık. Parmaklar tetikle buluştu ve bilincimi yitirdim.

 

—-

 

Etraf mavi ve beyazın tonlarıyla donatılmış. Zihnimi rahatlatması gerekirken yoruyor. Karnımda çok ağır bir şey taşıyorum. Vücudum hareket etmiyor. Sadece parmaklarımı biraz olsun oynatabiliyorum. Ağzımdaki korkunç şeyin desteğiyle nefes alırken bile yoğun acı hissediyorum.

 

Kapı açıldı ve iki kişi girdi içeriye, bir kadın ve bir adam. Adam beyazlarla kaplamıştı kendini kadınsa maviyle. Kusmamak için zor tuttum kendimi. Maviyle beyaz beni delirtmek üzere.

 

Adam tepemde dikilip garip garip hareketler yaptı. Bir yaklaştı bir uzaklaştı. Anlayamadığım sorular sordu.

 

Kendime geldiğimi fark etti herhalde ki bana yaşadıklarımı anlatmaya başladı.

 

Her cümlesinde kafamdaki kilitli anı kapılarının kilitleri birer birer düştü. Gittikçe daha derine, daha detaya indim.

 

Anlatmayı bitirdiğinde her şeyi anımsamıştım. Ve her şeyin yanında o zaman anımsayamadığım fakat şimdi anımsadığım çok önemli bir etkeni de hatırlamıştım.

 

Konuşamıyordum. Dilime zincirler vurulmuştu sanki.

 

“”

 

-Sakın bir adım daha atma! Dediğimi yap! Ne yapıyorsun sen!?

 

“”

 

Bu cümleler kafamda yankılanıyordu. Boğazıma sarılan korkunç herifin haykırışlarıydı bunlar.

 

Dönüp duruyorlardı. Sanki cehennemdeymiş gibi sürekli bunları duyuyordum. Aslında cehenneme düşeceğimi şimdiden fark ettim. Dilimi kıpırdattığımda soracağım sorunun cevabı beni cehenneme acımasızca itecekti.

 

Dilimdeki prangaları kırıp konuştum.

 

“Baba–m… İ-yi mi?..”

 

Sorumlu doktor ilk defa gözlerini benden kaçırdı. Mahcup bir ifadeyle yere dikti gözlerini. Hemşire de elinde tuttuğu ve sürekli not aldığı kâğıdı sıkmaya başladı birden. Bu hareketler, beni öldürdü.

 

Benim sonumu getiren şey doktorun ve hemşirenin gözündeki mahcup olmuşluktu.

 

Kendini toparladıktan sonra cevap verdi.

 

“Maalesef babanı kurtaramadık…”

 

Ben diktim ardından gözlerimi yere. Düşündüm biraz. Garip hissettim. Ama hislerimdeki bu gariplikte hüzün yoktu, korku yoktu, hasret ve özlem yoktu.

 

Tavana diktim ardından gözlerimi. Düşünmeye başladım babamı ve çocukluğumu. Beraber geçirdiğimiz günleri. En son 3 gün önce konuşmuştuk. “Sana bir sürprizim var!” deyip duruyordu.

 

Anlaşılan sürprizi buymuş. Kilometrelerce öteden okuyan çocuğunu ziyarete gelmek. Çok manidar bir sürpriz baba. Gerçekten beni ne kadar mutlu ettin anlatamam.

 

Mimiklerimde hiçbir oynama olmadı. Ama gözlerimden süzülen yaşlara zihnim de engel olamadı.

 

Saatlerce babamla konuştum o gece. Kafamda tasarısını oluşturup sohbet ettim.

 

En sonunda biz de ayrıldık. “Yarın sınavım var baba.” dedim.

 

32 diş gülümsedi ve müsaade istedi. “Müsaade senin” dedim.

 

Kalktı yanımdan. Tekrar oturmayacağı sonsuz bir kalkıştı bu.

(Visited 64 times, 1 visits today)