Hayatımızda kötülüğe şiddetle karşı çıkarken ve hayatlarımızdan uzak tutmaya çalışırken aslında kötülük hayatımızın büyük bir kısmını zaten çoktan kaplamış durumdadır. İnsanları tehlikeden uzak tutan ve yapmak zorunda olduklarını yaptıran asıl etken istek değil korkudur. Ölüm korkusu, kaybetme korkusu, yüzleşme korkusu ve bunlar gibi daha binlercesi. Ne gariptir ki biz insanlar bunu görmezden gelerek kötülüğün bize sağladıklarını inatla kabullenmeyiz.
Her birimiz küçükken mutlaka uyuyan güzeli okumuşuzdur. Hatta aramızda Malefiz`den ölesiye korkmuş olanlar da vardır. Fakat herkes hikayeyi sadece bir bakış açısına göre okumuştur. Aslında olanlar ise bambaşkadır.
Görkemli siyah kanatlara sahip güzel, saf ve genç bir bayan olan Malefiz, barışçıl bir orman krallığında büyüdüğü için sakin bir hayata sahiptir; ta ki bir gün insanlardan oluşan istilacı bir ordu gelip, toprakların uyumunu tehdit edene kadar… Malefiz, topraklarının koruyucusu olur fakat acımasız bir ihanete uğrar ve bu sebepten dolayı o saf kalbi taşa dönüşür. İntikam hırsıyla dolan Malefiz, insanların kralıyla destansı bir savaş verir ve netice yeni doğan çocuğu Aurora’yı lanetler. Çocuk büyüdükçe Malefiz, Aurora’nın krallıkta başarıyı ve Malefiz’in gerçek mutluluğunu sağlayacak anahtar olduğunu ayırt eder. Çoğu kişiyi yıkacak gerçek ise Aurora’yı uykusundan uyandıran gerçek aşkın öpücüğü değil, Malefiz’in saf sevgi taşıyan kalbidir.
Şüphesiz her insan kötüyü kendinden uzaklaştırmaya çalışırken onun kendisine kattıklarını kabullenmez, kabullenmek istemez. Oysaki kötülük bizi iyilikten daha çok korur.
,