Işık… Işık… Ve yine ışık… Ağırlaşan göz kapaklarım, seçemediğim birkaç ışık demetini kabul etmiş; kulaklarım, aniden gelen sinir bozucu bir çınlamaya kapılarını açmış, istenmeyen misafirin gitmesini bekleyen ev sahibi gibi çaresizce bekliyordu. Orman sessizliğe bürünmüş, rüzgâr ortama ayak uydururcasına yavaşça esmeye başlamıştı. Ölümün sessizliği… Ben ise nihai huzura kavuştuğumu her hücreme kadar hissediyordum. Her gece, başımı vicdan yastığına koyup o günkü günahla hesaplaşmak, ruhumda dinmek bilmeyen bir yara açmış, yıllardır sırtımda taşıdığım bu yük gün geçtikçe ağırlaşmaya başlamıştı. Ne kadar çabalasam da unutmaya çalışsam da unutamadım o günü, silemedim aklımdan. Baktığım her yerde o çaresiz yüzü görmek, yardım çığlığı atan o sesi işitmek… Aldığım her nefeste cehennem azabı çekmeye başladığım gün karar vermiştim kaderime.
1960 yılı bir bahar sabahı, mis gibi kokan leylaklar her şeyden habersiz açmış, güneş olacakları bilmeksizin bütün içtenliğiyle etrafa o sıcak gülücüklerinden dağıtıyor, kuşlar her zamankiden farklı ötüşüyordu. Uyanmış, kahvaltımı yapmıştım. Bünyem, erken kalkmaya alışmış olacak ki alacakaranlık vaktinde bitiveriyordum yatağımın ucunda. Bu yalnızlık ne de zor bir şeydi.
Kahvaltı sonrası keyif kahvemi gazete okurken yudumluyor, bir yandan da günlük planımı gözden geçiriyordum. Birden gözüm gümüş varaklı aynaya kaydı, sağımda kalıyordu, yansımama baktım; sakalımın bir hayli uzadığı gözümden kaçmadı. Aralarına ak düşmeye başlayan saçlarımı kestirirken sakal tıraşı da olmuştum lakin çabucak uzamışlardı. Aniden berbere gitmeye karar verdim. Kıyafetleri giymek için odama yöneldim.
Vazgeçilmezim olan kare desenli takımımı giydim, kombinimi şarap rengi çok güzel bir kravatla taçlandırdım. Saçımı önce ıslattım, sonra jöleledim. Cebimden çıkardığım tarakla saçıma şekil verdim. Birkaç gün önce parlattığım ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Tıpkı bekâr bir delikanlının yapması gerektiği gibi…
Kahretsin! Yine olmadı. Beynimi dağıtmayı “357 lik Magnum” mermisi beceremedi. Gözümü hastane odasında açtığımda başımda en az 3 doktor vardı ya da 5… Makinelerden çıkan o iğrenç cızırtı beynime çivi çakılmış hissi veriyor, bir nevi bana işkence ediyordu. Şaşkın bakışlar üzerimdeydi. Mermi, kafamın içinde saplanmış ama beni öldürmeyi becerememişti.Mucize… Benden sakladıklarına inanamadığım buraya gelmeme neden olan şey, intihar girişimimin bir numaralı sebebiydi aslında. O ulu çınarın yeşilliğin göbeğinde beni intihara davet etmesi…
Yıllar önce saçımı kestirmek üzere çıktığım evime bir daha adımımı atamamıştım. Kalbimin derinliklerindeki o ses, yuvama girmeme izin vermemişti. Yediğim her lokma zehirdi bana o anı hatırladığım her dakika. Bu kapkara leke, hastane odasında, benden kolayca ayrılmaya niyetli olmadığını bir kere daha göstermişti.
,