Ben hürriyeti ve onun tehlikelerini, köleliğin sakinliğine tercih ederim. Özgürlük tüm hayvanların, tüm yaşam biçimlerinin genlerinde gizli. Ben hiç kendi isteğiyle hayvanat bahçesinde bekleyen bir kaplan veya kendi isteği ile bir akvaryumda bulunan balık görmedim. Bu da demek oluyor ki özgürlüğü etkileyen dış etkenler de var. Kölelik yalnızca insanlara ait değildir. Kölelik ve sahiplik ilişkisi tarihte gördüğümüz gibi her zaman somut olmayabilir.
Özgürlük algısı, insanlarda çok farklı zuhur eder. İnsanlar özgürlüğü başkasının gözetimi altında olmadan yaşamak zanneder. Bu tip insanlar farkında değiller ki onlar da aslında kendi kafatasları içinde hapisler. Platon’un mağara alegorisindeki üç insanı düşünelim: Biri sadece karşısındaki gölgeleri görebiliyor ve hayatında gölgelerden başka bir şey bilmiyor, diğeri ise mağaraya giren bir gezgin, dış dünyayı tanıyan bir gezgin. Sonuncusu mağaraya sonradan gelmiş ve orada kalmayı tercih etmiş biri. Üçü de aslında zincirlerle bağlı ve aynı yerde. Biri diğerinden daha özgür olabilir mi, eğer olabilirse hangisi daha özgür? İşte burada psikoloji ve soyut özgürlük devreye giriyor.
Bilgisiz olan kişi daha fazla özgürlüğün ne demek olduğunu bilmiyor ve asla şu anda olduğundan daha özgür olamayacağının farkında değil. Tüm hayatı boyunca karşısındaki duvarda oynayan gölgeleri seyredecek. Bu insan gördüklerine inanmak zorunda, başka bir kaçış ya da alternatifi yok. Bu adam elbet fiziksel olarak bir yere bağlı ve orada esir. Ancak onun farkında olmadığı bir kölelik daha var: Aklı, ağır pranga ile tek bir yere bağlı ve hareket edemiyor. Onu bitiren şey yalnızca hayatının doğal yollardan sona ermesi olacaktır.
Fakat bilgili kişi öyle mi? O zincirlenmiş duruyor, o duvarlarda aynı gölgeleri görüyor ancak biliyor ki sırtını yasladığı taş parçasının arkasında başka bir dünya var. Tek yapması gereken zincirlerinden kurtulup arkasını dönüp yeşilliklere doğru koşmak. Zincirlerinden kurtulamasa da en azından dış dünyayı biliyor değil mi? Çoğu psikolojik araştırma ve roman ise bu adamın mental olarak büyük bir tehlikede olduğunu söyler bize. Onu bitiren şey yüksek ihtimalle kendi zihni ve düşünceleri olacaktır.
Son karakterimiz ise dışarıdan mağaraya gelip kendini zincirleten kişi. Bu adam dış dünyanın tehlikelerinden kaçarak geldi buraya. Zincirli olsa da kendince güvende. Peki, bu adam özgür mü, değil mi? İlk bakışta diyebilirsiniz ki “Adam kendi iradesi ile köleleşti, bu yüzden hala özgür.” Fakat yukarıdakilere baktığımızda kesinlikle özgür değil çünkü zincirlerle bağlı ve bilgili adam kadar biliyor dışarısını, ikisinden de daha sıkıntılı bir durumda. Bu adam kendi iradesiyle zincirlendi ve kendi iradesiyle bilgi edindi, gezdi, gördü… Bu adam bir zamanlar özgürdü değil mi?
Karıştırmamamız gereken kavramlar vardır. Köle olmak ve koyun olmak çok farklı iki durumdur. Biri korkakların işidir, diğeri ise herhangi bir insanın başına gelebilir. Üç karakterimiz de özgür değildir fakat iki tanesi en azından koyun değildir. İlk ikisi tamamen kendi imkânları dışında olan bir durumdan ötürü hapsolmuşlardır. Fakat üçüncü adam zavallı bir koyundur. O köleliği seçmiştir ve hayat hakkında seçeneklerini sıfıra kendisi indirgemiştir, dünyanın en büyük korkağı odur!
Ancak unutmamamız gereken bir şey var: Kölelik ve korkaklığın ortak noktası savaşılabilir olmalarıdır. Kölelik savaşında silahlar ve bombalar kullanılır fakat korkaklığı yenebilmek için en güçlü silah eğitimdir. Tüm bunlardan kurtulmak ancak toplumsal ve çoklu bir hareketle mümkün olabilir. Bunun en büyük kanıtı da Cumhuriyet Dönemi inkılaplarıdır.
Soyumuz öyle yaratılmış ki yürünmüş yoldan yürüyenler, yeni bir yol gösteren oldu mu onu taşa tutarlar. – Voltaire