Madde-Antimadde Asimetrisi

     Evren nedir? İçinde bizi, sonsuz sayıda galaksiyi ve onlarca bilinmezliği barındıran gizemli bir çukur değil midir? Bu tanım çoğunuza doğru ve mantıklı gelmiş olsa da dikkatinizden kaçan bir nokta var. Tanımı bir kez daha okuyunca fark edeceğiniz üzere orada bir ‘çukur’ benzetmesi var. Peki ya bu çukurlaşma neyin nesi, acaba bir etkisi var mı? İşte cevabı…

     Konuya başlarken biraz belleğimizi yoklayalım. Tanıdığımız bilim insanlarını düşünmeye koyulduğumuzda aklımıza ilk gelecek isim kuşkusuzdur ki Albert Einstein’dır. Bu adamın çalışmalarına karşı bir kulak dolgunluğumuz olsa da gizli saklı bazı çalışmaları vardır. En azından bize öyle yansıtıldı. Einstein’e göre evrenin başlangıcından beri süregelen bir ‘Madde- Antimadde Asimetrisi’ söz konusudur. Çok şaaşalı bir isim olmasına karşın teoride oldukça basittir. Teoriye göre evrenin başlangıcında madde ve bunun zıttı antimadde vardı. Bu ikisi birbirini nötrlüyordu ve ortalıkta hiçbir oluşum gözlemlenmiyordu.

Fakat bir zaman sonra ‘Büyük Patlama’ denilen bir olay yaşanıyor ve madde, antimaddeye üstün geliyor. İkisi birbirini nötrlediğinde hiçbir oluşum olmuyordu ya, şimdi madde üstün geldiği için bir oluşum başladı ve evrenimiz fiziksel varlığını başlattı. Her şey çok hoş gözükse de bilim insanlarının akıllarındaki soru işaretleri durmak bilmedi. Madde üstün geldi ve oluşum sergiledi fakat antimadde? Maddenin üstün geldiği antimadde ne oldu? İşte bütün eğlence burada başlıyor. Arta kalan bu antimaddeler bilimsel çalışmalarla kanıtlandığı üzere karanlık enerjiyi oluşturdu. Çünkü hesaplamalar gösterdi ki antimaddenin özkütlesi, yani birim hacimdeki madde miktarı, oldukça küçüktü (1,67 x 10-27 kg/m3). Bu kadar düşük özkütleye sahip bir enerjinin gazlarla aynı özelliği taşıması çok ilginç olmasa gerek. Teoriye göre bu karanlık enerji evrenin her yerine homojen,yani eşit, dağılmaktaydı. Konuyu daha iyi anlayabilmek için ‘Genişleyen Evren’ teorisine giriş yapalım. Teorinin dayanağı yine Albert Einstein. Günümüz fizik bilimi iki kolda çalışmalar sergilemektedir.Bunlardan biri kuantum fiziği, tamamen belirsizlik üzerine kurulmuş çok heyecan verici bir teorem, diğeri de Albert Einstein’ın ‘Kütle-Çekim’ teoremidir. Kütle-çekimi anlamanın en doğru yolu yıllardır yapılmakta olan deneydir sanırım. Deneyde kullanacağımız malzemeler ise bir çarşaf ve farklı ağırlıklarda cisimlerdir. Çarşafı gerecek surette açarsak dümdüz ve pürüzsüz bir taban elde ederiz değil mi? Bu taban 4. boyut yani uzay-zaman doğrusudur ve sonsuzluğa gider. Şimdi ise bu tabanın üstüne farklı ağırlıklarda cisimler bırakalım. Farklı ağırlığa sahip nesneler birbirinden farklı çökmeler yarattı çarşafın üzerinde değil mi? Kütle-çekim teoreminin en basit tanımı kütle sahibi iki cismin birbirini çekmesidir.

Gezegenler de bu uzay-zaman doğrusu üzerinde çökme hareketine sebep olur karadelikler de. Bir süpernova karadeliği yaklaşık 80 milyar güneş ağırlığındadır, yarattığı çökmeyi düşünmek heyecan verici değil mi? Gelgelelim ‘Genişleyen Evren’ teoremine. Bu teoriye göre evren o kadar ağır bir oluşum ki uzay-zaman doğrusunda epey bir çökelmeye yol açıyor ve bu da evrenin genişlemesinde büyük rol oynuyor. Evrenin genişlemesinde etkili olan faktör pozitif yönde uygulanan bir basınçtır yani. Karanlık enerji tanımını biraz daha açarsak göreceğiz ki karanlık enerji negatif yönde bir basınç kısaca negatif basınç etkisiyle evrenin genişlemesinde rol oynar. Negatif genişleme nedir peki? Evrenin negatif yönde büyümesi yani çukurlaşmasıdır.

Karanlık enerjinin ne olduğuna ait az çok bilgi sahibi olduğumuza göre enerji savaşlarının yaşandığı günümüz dünyasına dönebiliriz. Bilim insanlarının aklındaki soruların başında ‘Elde ettiğimiz bulgularla neler gerçekleştirebiliriz?’ gelmektedir. Kesin bir cevabı olmadığı için yorum katmamız gerekiyor bu konuda. Bana kalırsa karanlık enerji özkütlesi, yani birim hacimdeki madde miktarı, düşük olması nedeniyle gezegenler arası ulaşımda söz sahibi olabilir. Çünkü enerji savaşlarının başrolü daima insanoğlunun göz bebeği petrol olmuştur.

Her ne kadar güçlü bir enerji kaynağı olsa da özkütlesinin fazlalığı sebebiyle ağırdır ve uzay gemilerinin hareket mekanizmasını oldukça yavaşlatmaktadır. Fakat gelgelelim karanlık enerji toplanması durumunda kütle bakımından oldukça hafiftir, bu sayede de bir yakıt tankına çok sayıda doldurulması halinde yıldızlar hatta gezegenler arası ulaşımda çok ileri bir seviyeye ulaşılması söz konusudur.

Özetlemek gerekirse, ünlü bilim adamı Albert Einstein’in ‘Madde-Antimadde Asimetrisi’ teoremi adıyla ortaya attığı bulgular bize oldukça değerli ve yaşadığımız evrende çokça bulunan karanlık enerji yakıtını elde etme şansı tanımıştır. Kullanılabilmesi halinde ise uzay çağına insanoğlu olarak hızlı adımlarla girizgah yapmamız söz konusudur. Fakat bu da bir gerçektir ki enerjiye aç bir canlı türü olduğumuz için yetinmeyip savaşlar çıkarmamız oldukça olası, söylemedi demeyin sonra…

(Visited 109 times, 1 visits today)