Her insanın hayatını manidar kılan, onu yücelten kutsal bir günü vardır elbet. Ancak dünyada din, dil, ırk fark etmeksizin herkes için özel kabul edilen bir gün var: doğum günlerimiz.
Doğrusunu söylemek gerekirse doğum günümü kutlamayı pek sevdiğim söylenemez ama tek bir güzel tarafı var: Onu asıl kutsal kılan şey hayatınız boyunca biriktirdiğiniz insanların, çevrenizdekilerin size gösterdiği değer ve sevgidir. Bu nedenle eğer ömrümün sonuna kadar sınırlı sayıda ve her seferinde dönüp dolaşıp aynı hediyeleri alacak olsaydım, şüphesiz ilk tercihimi bundan yana kullanırdım.
Hediye denilince hemen hemen herkesin aklına somut şeyler, pahalı pahalı ürünler geliyor, biliyorum. Pahalı takılar, son model telefonlar, lüks marka saatler ya da vanilya kokulu pahalı parfümler… Elbette bütün bu kendisi kadar fiyatları da güzel olan ürünler her ne kadar bizi etkileyecek büyüye sahip olsalar dahi esasında hepsinin geçici birer tatmin kaynağı olduğunu göreceğiz. Mesela, son model üç kameralı telefonların yerine beş kameralısı gelecek ya da belki de kokusuna kapılıp gittiğimiz pahalı parfümümüzün daha çok aromalısı çıkacak kim bilir… Bütün bunların bir sonu şu ana kadar olmadı, hiçbir zaman da olacağını sanmıyorum fakat aslında gözümüzün önünde duran en önemli hediye ise oldukça sınırlı: dostluk. Ömrünüz boyunca sahip olmanız gereken en önemli ve gerçekten en zor bulunan hediye, yanınızda bütün bu göz boyayıcı olanakları yeri geldiğinde sunup yeri geldiğinde sizinle beraber sizi eleştirebilecek ve daima yüzünüzde bir tebessüm oluşturabilecek bir kişinin olmasıdır.
Eğer ikinci bir armağan seçecek olsaydım yaş, cinsiyet fark etmeksizin dünya üzerinde herhangi birinin benim sayemde mutlu olduğunu görmek isterdim. Büyük veya küçük ne olduğu ya da ne verildiği önemli değil, yalnızca ihtiyacı olan bir kimsenin doğum günüm aracılığıyla da olsa hayatında ” İyi ki…” diyebileceği bir fırsatının olmasını ve bir kez olsun içerisinde bulunduğumuz bu hiç de adil olmayan terazinin öteki kefesinin ağırlaştığını görmeyi dilerdim doğrusu.
Üçüncü sıradaki hediyeyi bir nevi bizzat kendime ben vermek isterdim. Gelecekte kendimi içinde hayal ettiğim hayatı ve olmak istediğim kişiyi elde ettiğim zaman başarıyla bitirdiğim her işin ve insanlara sağlayıp sunabildiğim bütün projelerin olanaklarını insanlara, bunun vereceği gurur ve huzuru da kendime armağan etmek isterdim. Kısaca emeklerin karşılığının verdiği huzur olarak nitelendirebiliriz.
Bu paragrafa gelene kadar hep soyut şeylerden bahsettiğimin farkındayım. Peki, hiç mi istediğim somut, elle tutulur, gözle görülür bir şey yok şu dünyada? Elbette var. Ancak beklenildiği gibi çok lüks ve pahalı şeyler olduğunu söyleyemem. İstediğim son şey, bir defter ve yanında da bir kalem. Küçüklüğümden beri bu hayatta yaşadığımız her anın, sağda solda hoşumuza giden en ufak şeyin bir dakika bile kaçırılmasını istemeyenlerdenim ben. Bütün bir hayat bir ömre, bütün anılarınız da bir beyne sığamayacak kadar uzun ama aksine her şey bir o kadar da kısa. Bence, gezip gördüğümüz, hoşumuza giden gitmeyen ya da en basitinden derin bir sohbet esnasında kahkahalara kapılıp gittiğimiz ufacık bir anı bile kimi zaman yazarak, kimi zaman resmederek kaydetmeliyiz. Hatırladıkça ve gördükçe yaşamayı öğrenir insan. Hayat deneyimlerinizin, çılgınlıklarınızın kendi kameramanı olun. Onları siz kurun, siz oluşturun ve zamanı gelince siz izleyin. Bana göre hayatımda alabileceğim en manalı hediyeler bütünüyle bu beş şeyden ibaret. Sevgilerimle…