Lüks Keçi

Bir sabah dayımdan bir telefon geldi. Sabah dediğim şey de keşke gündüz 9-10 saatleri olsa… Saat 6’da aradı beni bu dayım. Zar zor dayım diyebildiğimi de belirtmek isterim. Asla konuşmayız, hatta soyadımı bildiğinden bile şüpheliyim. Ne kadar az iletişim kurduğumuzu şöyle betimleyeyim, ben dayımın ses tonunu bilmiyorum. Unuttum değil, resmen bilmiyorum. O kadar uzun zaman olmuş ki, artık sesi evrim geçiren bu dayımın sesini bilmiyorum. Ben zaten tam beni aradığı sırada anlamıştım benden kesin bir şey isteyeceğini. “Merhaba, nasılsın canım?” bile demeyen bir aile üyesinden gerçekten ne bekleyebilirsiniz ki? Ben telefonu açar açmaz söylediği ilk şey, “Araban ile aran nasıl? Seviyor musun onu?” olmuştu. Tabii insan böylesine değişik sorular sorular sorulunca şaşırmak dışında yapabileceği pek bir şey kalmıyor. Düşünsenize, yıllarca konuşmadığınız ve kan bağınız olan bir insan size sizden önce arabanızın nasıl olduğunu soruyor. Gerçekten acı verici bir durum değil mi…

Dayımdan direk konuya girmesini istedim. Devamlı arabayla ilgili bir şeyler saçmalıyordu ve ben artık tırsmaya başlamıştım. Acaba Almanya’da gizlice mühendislik okudu da benim arabamın aynısını üretmek için arabamın özel hayatını mı soruşturuyordu? Ben ondan açıkçası her şeyi beklerim. Sürekli olarak sormaya devam edince bu sefer gerçekten beni ne için aradığını söyledi. “Ben, sana 50 yıl önce hediye ettiğim bu tarihi eseri geri istiyorum. Yani, nereden baksan çok eski ve elit bir parça, öyle değil mi? Sen de sıkılmışsındır diye düşünüyorum artık bu eski şeyden. Yeni model, çok lüks arabalar var piyasada. Mis gibi”. Ben çok büyük bir şoka girdim. O ara, Nisan’ın birine yaklaşıyorduk ve sözde dayım olan bu adamın söylediklerinin şaka dışında herhangi bir şey olma ihtimali bile yoktu. Hatta sandım ki benim arabam klasik ve eski olduğu için bana modern bir araba hediye edecek. Meğer şaka değilmiş bu söyledikleri. Çok büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım…

Bu olanlardan hemen sonra direkt annemin yanına gittim. Kapının dibinde oturmasına rağmen kapıyı açmadı bana. Neyseki hırsızların asla erişemeyeceği kapı önü halısının altında her çeşit anahtar vardı. 10 anahtar denedikten sonra içeri girmeyi başarmıştım sonunda. Annem bana bakmaya  tenezzül bile etmedi. “Merhaba anne! Hoş geldim.” dedim , Silivri kadar soğuk bir tavırla. Her hafta diplerini boyatmak için gittiği sosyetik kuaförün orta masasından çantasına attığı moda dergisini karıştırken kafasını kaldırdı ve gözlerime baktı. “Noldu? Demek ki bir şey isticeksin ki geldin. Sırf işin düşünce geliyorsun kapıma!”. Ben annemi her gün arayıp hatırını soruyorum, ama o bunu hiç ama hiç fark etmiyordu bile. Herhangi bir tartışmaya yol açmamak için hiçbir şey söylemedim ve doğrudan konuya girdim. “İsmini bile zar zor hatırladığım dayım benden arabamı istiyor. İlk şaka sanmıştım ama her şeyi ciddi bir tavırla söyledi bana. Hayatımda tek sevdiğim şeyi benden koparmaya çalışıyor! Senin bir bilgin var mı bu araba konusunda? N’olur yardım et bana!” Annemin benim söylediklerimin üzerine söylediği şey beni adeta derinden yaralamıştı. “Senden o arabayı alması için ben ikna ettim onu. Gerçekten artık bazı gereksiz şeylerden vazgeçmeyi öğrenmen gerekiyor. Yürüyerek yapamadığın ne var gerçekten?” Fırtına kadar çarpıcı bir hışım ile bir daha girmemek üzere çıktım o lanetli evden. Bu dünyada en çok güvendiğim insan bile bana bunu yaptıysa…

Annemle tartışmamızın üzerinden bir hafta geçmişti. Artık kimseye güvenemez hale gelmiştim. “Dayım” bile diyemeyeceğim adam ise bu bir hafta içinde her gün arıyordu beni. Artık ben açmamaya başlayınca telefonlarını, kapıma kadar geldi. “Arabayı teslim almaya geldim. Evet, anahtar lütfen!” Sinirden resmen ölmek üzereydim. Artık yakamdan düşmesi için en değerlimden vazgeçtim. Verdim anahtarı ve kapıyı anahtarı verir vermez yüzüne kapattım. Ben kapıyı kapatır kapatmaz dayım zili tekrardan çaldı. “Neden bu kadar sinirlisin! Sadece sana bir zamanlar ödünç verdiğim bir ‘eşyayı’ senden geri aldım. Bundan daha doğal ne olabilir? Her neyse. Bak sana ne diyeceğim. Benim bir arkadaşın çok güzel bir galerisi var. Orada onlarca araba bulabilirsin. Hem sana indirim de yaparlar. Ayrıca, esas hoşuma giden şey ise ödemeyi internetten yapıyorsun, bir gün sonra arabayı gidip teslim alıyorsun. Harika değil mi!” Dayım bir anlık iyi bir adam gibi gelmişti bana. Yardımcı olmaya çalışıyordu, yeni arabamı indirimli alayım diye arkadaşının galerisinin internet sitesini ve adresini bile vermişti. Çok hoş bir adam! Demekki üzüldü halime ki bana yardım etmek istedi…

Çok güzel bir araba bulmuştum. Modeli yeniydi, ve fiyatı bu tür arabalar için ciddi bir derecede uygundu. “Dayım önerdi, sonuçta güvenilirdir!” diye düşünüp ödemeyi direkt yaptım web sitesine. Yarın teslim alacaktım ve çok mutluydum!

Artık arabayı teslim alacağım gün gelmişti. “Yürüyerek” galeriye doğru gidiyodum ki bir şey farketmiştim. Yürümeye devam ettikçe saman dolu bir köy ortamına doğru gidiyordum. Çok garipsemiştim bu durumu. Lüks arabalarla dolu bir araba bayisi böyle bir konumda neden yer alsın ki? Yargılamaya kısa bir ara verdim ve yürümeye devam ettim. Bir telefonumdaki konuma, bir bulunduğum konuma, bir de bulunduğum konumdaki kulağına çeyrek altın takılmış keçiye bakıyordum. Bir süre bakıştık biz bu keçiyle. Etrafta araba bayisi falan da yoktu ayrıca. İçimden dayıma demediğimi bırakmamıştım. Beni o bile dolandırmıştı. Nasıl güvenmiştim ben böylesine adi bir adama!

Köyde tanıştığım masum keçiyi 1+1 olan evimde bir geceliğine ağırladım. Keçinin bu durumdan çok hoşlandığını söyleyemem açıkçası. Keçiyle zaman geçirdikçe birbirimize daha da fazla alışıyorduk. O artık bir dolandırılma sonucu elime geçmiş bir köy hayvanı değil, tatsız bir olayın ortaya koyduğu hayat arkadaşımdı. Dayım umarım bu rastlantı sonucu benimle yaşamaya başlayan “kurbanlığa” (!) da el koymaz!

(Visited 125 times, 1 visits today)