Genetiği değiştirilmiş organizmalar, yani GDO’lar, bilim camiasında ve halk arasında her zaman çok tartışılan bir konu olmuştur. Yeri geldiğinde basın-yayın organlarının da etkisiyle epey bir hararetlenen bu konu, sık sık gündeme yerleştirilmeye oldukça alışmıştır. Ne ilginçtir ki genetik bilimi ve biyoteknolojik çalışmalar sağlık, mühendislik ve kimya alanlarında günümüzde hali hazırda sıkça kullanılmasına ve GD insülin gibi yaygın, kabul edilmiş uygulama alanlarına sahip olsa da konu gıda, tarım ürünlerine geldiğinde ip kopuyor. Burada önemli olan mesele, GDO’ların geleceği, sağladığı yararlar, yaşanılan korkular ve bazı bilimsel olgular ışığında yorum ve muhakemenin rasyonel biçimde yapılmasıdır.
İnsanlar yüzyıllardır, yaklaşık yerleşik hayata geçildiğinden beri genetik modifikasyon yapmaktadır. Bu süreç boyunca pek de farkında olmadan tarla sahipleri, daha çok ürün veren mahsullerle daha verimli et, süt, yumurta alınan hayvanları kendi aralarında çiftleştirerek gelecek kuşakta istenilen karakterlerin daha baskın özellikte olmalarında sebep olmuştur. Bunu kasti yapıp yapmadıklarını pek de bilememekle beraber bu “yarım ama pratik akıl” günümüzde bildiğimiz meyve, bitki ve hayvanların görünümlerinin oluşmasında büyük katkı sağlamıştır.
Günümüzde bu süreç çok daha titizlik, farkındalık ve kontrolle yönetebilmekteyiz. Bir mısır bitkisini daha büyük, daha sulu, daha besleyici ve böceklere dayanıklı hale getirebiliyoruz.
Lakin bu uygulamalar karşımıza pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Bunlardan bir tanesi GD ürünlerin geleneksel gen havuzuyla karışarak istenmeyen özelliklerin gelecek nesillerde görülmesidir. Bu sorun tarım ile yakından ilgilenen bir kesimin epey canını sıkmakla beraber çok da başını ağrıtmıştır. Karışan gen havuzları, kontrol edilemeyen bir yayılmaya ve çevre de dâhil olmak üzere pe çok faktörü etkilediği ortaya çıkınca bilim camiası “yok eder tohum” uygulamasıyla GD tohumların en fazla 1 sene kullanılabilmesiyle yayılmanın önüne geçmek istemiştir. Fakat bu durum tarım camiasının canını daha da sıkmaktan başka bir şey yapamamıştır, ilerleyen dönemde de uygulama toptan kaldırılmıştır. Bunun önüne geçmek için ayırıcı “tampon bölgeler” kullanılsa da GDO’lar için başı başına büyük bir ön yargıdır. Eklemek gerekirse, ilaç endüstrisi tarım alanından büyük bir kazanç elde etmektedir. GDO’larla beraber, ilaç kullanımının azalacağı ve ilaç marketinin daralacağı korkusu da üreticiyi tedirgin etmektedir. Sürdürülebilir bir modele sahip olan GDO’lar büyük tarım şirketlerinin iş modelleriyle çakışmaktadır.
Madalyonun bir diğer yüzü ise pek daha parlak şeyler vaat etmektedir. GDO’lar üzerinde yapılan yaklaşık 30 yıllık araştırmalar ve akademik materyal, GDO’lar ve GDO’suz ürünler arasında insan sağlığı açısından herhangi kayda değer bir fark olmadığını göstermiştir. Dahası, fazla ilaç kullanımının yan etkilerin (işçi ölümleri, zehirlenmeler, maliyet) önüne geçilmekle kalmamış 2013’te patlıcan tarlalarında ilaç kullanımını %30 azaltmıştır. Bu çiftçilerin gelirini inanılmaz bir biçimde uzun vadede artırırken aynı zamanda maliyetlerini önemli ölçüde düşürmüştür. Pek çok hastalığa karşı yapılan genetik değiştirmeler pek çok tarımsal türün markette muhafaza edilmesini sağlamıştır. Başka bir yaklaşımdan bakmak gerekirse, GDO’ların kullanımı iklim değişikliğine adapte olmuş türlerin üretimi için büyük önem arz etse de bir o yandan da karbon ayak izinin azaltılabilmesi için kullanılabilecek önemli bir araçtır.
Ne olursa olsun gelecek parlak ve pek çok çözülmesi gerek sorunla doludur. Her ne kadar kuşkulu da olsak inovasyon, gelişmek ve herkes için yeni bir dünya yaratabilmek için çok önemli bir patikadır. Amacımız, GDO’yu geliştirmek ve genetik bilimi ile günümüz problemlerine efektif ve uzun vadeli çözümler bulmak olmalıdır.