Uyanır, her sabah çiçekleriyle konuşurdu. O sabah, çiçekleri tek bir ses bile duymadı. Evi biraz tozluydu yaşlı kadının, artık ev işlerine pek yetişemiyordu. Buruşmuş yanakları al aldı, mavinin en açık tonu gözleri ise sakinliğiyle bir bütün içindeydi. Yavaşça gecenin karanlığında kendisine büyük gelen yatağından kalktı. Eskiden yanında olan eşinden izler taşıyan yatağına… ayaklarının taşıdığı yere kadar ilerletti kendini.
Puantiyeli geceliği kırışıktı, su içmek için bardağına uzandı ama elinden kaymıştı, ilacını içmesi gerektiğini söylemişti kızı dün telefonda konuşurken ancak yaşlı kadın düşmenin etkisiyle kırılan bardağı es geçerek balkondaki çiçeklerine doğru yürüdü. Yürürken bile nefes nefese kalıyordu buna rağmen rengarenk olan çiçeklerinin yanına ulaşmayı başardı. Papatyadan tut kasımpatıya kadar çeşit çeşit güzellikte çiçeği vardı. Her sabah onların yanına gider bozuk okuma yazmasıyla hikayeler okur ya da uydururdu. Çiçekleri yaşlı kadının her şeyiydi, hayatında değer verdiği, onu terk etmeyeceğine inandığı tek şey. Eline aldığı sürahiden çiçeklerinin köklerine su döktü, sadece bir tanesi dışında. En değer verdiği çiçeği: Lavinia. Gözlerini ondan alamadı yaşlı kadın, adeta mor yapraklarının içinde kaybolmuştu. Nazikçe ve gülümseyerek eline aldı onu. Diğerlerine bakarak kısık sesiyle “Görüşürüz.” dedi. Terlikleriyle takır takır dış kapıya ilerledi. Beyazlamış dalgalı kısa saçları gözünün önüne geliyordu. Dış kapıdan çıktıktan sonra yavaşça kapıyı kapattı, eline ne telefonunu ne de evin anahtarını almıştı. Hava soğuktu ama yaşlı kadın hissetmiyor gibiydi. Kafasının içinde yankılanan melodiyi mırıldanmaya başladı. Sevgili çiçeğine şarkı söylüyordu, sanki duyuyormuş gibi…
Ayaklarıyla ritim tutarak oturduğu binanın kapısından çıktı, rüzgâr yaşlı kadının kırışmış yüzüne vuruyor şarkısına eşlik ediyordu. Evi denizin kıyısındaydı, adımlarını kıyıya yönlendirdi. Etrafta ilkbahar ayının hediyesi olan sarmaşıklar yemyeşil açmış budanmayı bekliyordu. Yaşlı kadın özenle elini sarmaşığın nemli yapraklarında gezdirdi, tarif edilemez bir rahatlama hissiyatı içerisindeydi. Karşıdaki bankta dinlenmek için adımlarını yönlendirdi. Burnuna gelen tuz kokusu ile karışmış ıslak çimen kokusu oturduğu bankta mayışmasını sağlamıştı. Gözlerini kısmış, çiçeğini kucağına koymuş ve elleriyle düşmemesi için destekliyordu. Kısılmış gözlerini kalbindeki anlık fakat büyükçe zarar veren acıyla kapattı, yüzündeki huzurlu ifadeyle. Elleri gevşemişti ama elindeki çiçeği ısrarla bırakmıyordu.
Sabah çiçekler yalnızlıkla boğuşuyorlardı, tek bir ses bile duymadılar, telefon çalma sesi dışında. Yaşlı kadın telefonu bir türlü açmamıştı. Kızı her gün yaptığı gibi arıyordu annesini fakat telefona bakan yoktu. Kızı endişeyle hemen evinden çıkmış ve arabasına binerek annesinin evine gelmişti. Kapıyı açan da yoktu. İyice gerilirken yedek anahtarıyla kapıyı açmıştı. Bağırarak annesine sesleniyordu, babasını çok önceden kaybetmişti ve annesi de o günden sonra çiçeklere karşı takıntılı hale gelmişti. Son birkaç aydırsa annesi ilaç kullanıyordu ancak hep aksattığını biliyordu kızı.
O sırada mutfağa girdi, yerde kırık bir bardak duruyordu. Yere çökerek ellerini ağzıyla kapattı ardından hızlıca balkona koştu. Çiçekler topraklarındaki suyu emmişti bu sabah su verilmemiş demekti. Fark etti ki annesinin favori çiçeği de yerinde değildi. O kadar endişeli ve korkmuştu ki kendini temiz hava almak için evin karşısındaki deniz kıyısına attı. Martılar etrafında dört dönüyordu. İlerdeki bankta biri vardı, belki de annesi oydu. Hızlıca bankın yanına ulaştı. Bu doğruydu annesi orada oturuyordu. “Anne neden burada oturuyorsun, hava soğuk hadi eve gidelim.” Ses yok. “Anne!” soğuk bir beden bağırışına cevap verdi. Kız hıçkırarak yere düştü, korktuğu başına gelmişti. Kayıp çiçek annesinin kucağında duruyordu. O zaman anladı kız, annesi biliyordu. O çiçeğin ne anlama geldiğini. Lavinia diğer adıyla ölüm çiçeği…