İnsan uyurken gördüklerini kontrol edebildiğini söylerler fakat benim rüyalarım (kabuslarım) beni kontrol ediyor geceleri. Uyurken görülenlerin yüzde yetmişinin geleceği gösterdiği bilimsel bir gerçek fakat o mesajı bulmak için kafamızı çok yormamız lazım.
Bir gece açıklaması zor bir kabus görmştüm. Her şey kapısız, camsız, karanlık bir odada başlıyor. Uzun bir süreliğine odada kalırken bir ses bana durmadan ”Günahlarını hatırla” ”Kimleri üzdüğünü, kimleri kırdığını hatırla.” söyleyip duruyordu. Ses yarı ölü bir kadının sesine bir ruhun sesine benziyordu. Saatlerce aynı cümleleri duymaktan delirecektim. Bir köşeye kapanıp kulaklarımı kapatmış şekilde duymazdan gelmeye çalıştım ve sonunda ”Ben ne yaptım?” diye bağırdım. Ses de karşılık olarak ”Aşağıya bak” dedi. Aşağıya baktığımda zemin yok olmaya başlıyordu.Duvarda asılı duran raflardan birine tutunmaya çalışırken elim kaydı ve sonsuz bir kuyudan düşmeye başladım. Yavaşlamak için yandaki duvarlara yaklaşıp tutunmaya çalıştım fakak bir şey beni geri ortaya yerleştirdi ve daha hızlı düşmeye başladım. En sonunda kuyunun dibini gördüm, yeşil bir sıvı vardı ve parlıyordu. Sıvının derin olduğu görülüyordu. Gözlerimi kapatıp düşüş için hazır bir pozisyona geçtim. Sıvıya düştüğümde sapasağlam olduğumu anladığımda gözlerimi açıp yüzeye doğru yüzmeye çalıştım. Birdebire derimde bir yanma hissetmeye başladım. Kollarımda deri bile kalmamıştı kaslarım erimeye, yok olmaya, başlamıştı. Bir asit havuzundaydım. Yüzeye ulaşmak için daha hızlı yüzdüm ama bir işe yaramadı. Tüm bedenim erimişti. Kemiklerim asitin yüzeyinde yüzüyorlardı. Meleğe benzer bir siyah figür kemikleri alıp uzaklara götürmeye başladı. Saatlerce uçtuktan sonra bedenim eski haline gelmeye başladı.Tam daa kendime geldiğimde etrafıma baktım. Çok yüksekteydik. Tam onun yüzüne dönecektim ki beni yere bıraktı. Bedenim hala tamamen iyileşmiş değildi. Yere çarptığımda omurgadan bacaklarıma kadar tüm kemiklerim kırılmıştı. Acıya rağmen çevreyi gözlemleyebildim. Gri kumlu bir çölün tam ortasındaydım. Bedenim yavaş yavaş iyileşmeye devam etti ve sonunda kollarımın iyileşmemesine rağmen yürüyecek hale geldim. Meleğin uçtuğu yere doğru yol aldım. Bu cehennemden kurtulmak için kopuk kollarımı yerde sürükleye sürükleye yürüdüm. Hava o kadar sıcaktı ki gözlerim bile kurumuştu.
Saatlerce yürüdükten sonra bir mağra bulmuştum. Koşarak mağraya gittim. Serinliği beni kendime getirmişti, kollarımın da iyileşme hızını artırdı. Kollarım iyileştiğinde biraz dinlenip su bulmak için mağranın derinliklerine indim. Çok karanlıktı, bir şey görmek imkansızdı. Sonunda soğuk bir esinti hissetmeye başladım, ileriye bakarken bir ışık görmüştüm. Işığa doğru geriye kalan tüm gücümle koştum. ”İşte bu! Sonunda bu cehennemden kurtulacağım!” kendi kendime diyordum. Oradan gelen ışık gözlerimi kamaştırdığından ileriyi göremedim fakat umrumda değildi. Buradan bir an önce kurtulmak istiyordum. Mağradan çıktığımda karşımda buz ve karla kaplı dik bir dağ dikili duruyordu. Etrafı incelemeye başlamıştım. Hava bulutluydu, dağanın tepesini gösteren bir tabela vardı ve üzerinde ”Devam et” yazılıydı. Mağraya geri gitmek için arkamı döndüğümde mağra yerinde yoktu. Yerine dik bir uçurum vardı. Başka bir yol olmadığından dağa tırmanmaya başladım. Ellerim ve ayklarım tamamen donmuştu, bedenimin hiçibir yerini hissedemiyordum ama düşmemek için tüm gücümle taş ve buz çıkıntılarına tutundum. Günlerce, aralıksızz dağa tırmandım fakat yarısına bile gelememiştim. Çok yorulmuştum fakat duracak bir yer yoktu çünkü dokunduğum her taş bir ssüre sonra yıkılıyordu. Ölmemek için durmadan kendimi zorladım. Bir ses duymaya başladım. O ses odadaki sesti. Bana ”Şimdi hatırladın mı?” diye sordu. Ben de ”Ben ne yaptım da buradayım?” diye sordum. Ses ise buna karşılık ”Öyle mi?” dedi ve bir büyü fısıldadı. Göğüsümde bir ağrı hissettim. Elimi kalbimin olduğu yere koyduğumda kanın aktığını ve yumuşak bir cismin attığını hissettim. O kalbimdi. Damarlarla göğüsüme bağlı bir şekilde sarkıyordu. İşlerim olduğundan daha da zorlaştı. Düşmemek için kalbimi bırakıp devam ettim. Aradan bir ay geçti ve dağın tepesine çıktım. Teepeden etrafa baktım. Bu işkenceden kurtulmak, mutluluğa ve sakin bir hayata geri dönmek, için çıkışı bulmaya çalıştım. Uçurumun dibinde bir yerlerde kırmızı rengiyle karlı ve fırtınalı havada yerini gösteren bir geçit gördüm. Dağın zirvesınden kayarak uçuruma doğru tam yüksek bir hızda kayıyordum. Kalbimin koptuğunu ve ruhumun vücudumdan ayrıldığını hissetim. Tam geri dönecektim ki içimdeki bir ses bana ”Sakın arkana bakma. Arkana Dönme arkana. Artık geri dönüş yok” dedi ve müthiş bir isabetle geçitten geçtim. Ayağım yere basar basmaz etrafıma bakındım. Her yer altınlarla, değerli taşlarla, antik eşyalarla dolup taşıyordu. Gözlerime inanamamıştım. Onca değerli eşyanın cazibesine, göz alıcı güzelliğine doymadan, bıkmadan bakıyordum ki sabah olmuştu ve kahramanı olduğum dünya yok oldu ve sıradan bir insanın rolüünü oynadığım gerçek hayata geri döndüm.
Tabii ki de rüyamda gördüklerimi yaşadım. Tanıdığım herkes bana arkasını döndü ve yapmamama rağmen onları bir şekile üüzdüğümü söylediler. Tek başıma kalmıştım. İş yerinde zorluklar yaşadım. Çok büyük bir risk aldım ve rüyamda da olduğu gibi arkama bakmadım, kendime inanarak emin adımlar attım ve sonunda imkansız bir zenginliğe kavuştum.