Seninle tanışmamın hayatımı değiştireceğini bilmiyordum. O yaz günü, seni ilk gördüğümde elinde poşetlerle, tahmin bile edemezdim sana delicesine aşık olacağımı. Birisine bu kenti terk edecek, ailemi, arkadaşlarımı, kariyerimi arkada bırakacak kadar bağlanacağımı… Ve en çok da bilemezdim ölümüm olacağını…
Şu ürpertici beton yığınlarının ardında tüm ihtişamıyla duran masmavi gökyüzü gibiydin, öylesine güzel, öylesine umut dolu. Yaşamak daha anlamlı bir hal alırdı sen mutluyken, kümülüs nimbusu affeder, dünyadaki tüm insanlar birbirini severdi. Çilekler sen yiyesin diye bu kadar tatlanır, ağaçlar sen en çok baharı seversin diye erkenden çiçek açardı. Sokağının sarman kedileri hep sana sırnaşır, kuşlar en çok senin yollarına konardı.
Bana şiirler yazdırırdın. Yağmurdan, çiçek satan çingene kızlardan, çocuk olmaktan, günbatımlarından, ellerinin hep kahve koktuğundan bahsederdim o şiirlerde. Ve sen nasıl oluyorsa artık, her birini ezberlerdin daha sana ilk okuduğum günden. Belki de en çok bu yüzden, bana evlenme teklifi ettiğin gün hiç düşünmeden kabul etmiştim. Ona şiirler yazdıran bir adam, her kadının hayali değil miydi nasıl olsa?
Başka bir kente taşındık evlenince. Belki sokaklarında akordeon çalan müzisyenleri yoktu buranın, hiç kimseyi de tanımıyordum. Ama sen vardın yanımda. Ve senin olduğun her yer gibi burası da dünyanın en güzel yeri oluvermişti benim için çok kısa bir sürede.
Tüm bu güzelliklere rağmen, birkaç ay içinde hiçbir şey eskisi gibi gelmemeye başladı. Sana okuduğum şiirleri dinlemiyor, gözlerime gülerek bakmıyor, hatta çoğu zaman bir günaydın demeyi bile unutuyordun. Çok takmadım başta. Herkesin zor dönemleri olurdu, geçerdi elbet. Ama aksine daha da arttı tüm bunlar. Dışarıya mükemmel olan, kuşlara şarkılar söyleten, sokakta çocuk gördü mü oyunlarına katılan sen, nedense bir tek bana böyle umarsızdın. Her söylediğimde bir kusur buluyor, beni durmadan eleştiriyor ve en ufacık şeylerden tartışma çıkarıyordun.
Nasıl olmuştu da büyük aşkımız bu derece yabancılaştırmıştı seni benden? Nasıl olmuştu da zorla aynı evde tutulan iki kişiye dönmüştük? “Evlenince aşk biter” sözüne bu derece inanmazken, nasıl bu sözün ardından örnek verilecek çiftlere dönüşmüştük?
Belli ki yetemiyordum sana, beklentilerini karşılamıyordum ataerkil düzenin. Ya da başka biri vardı belki hayatında, aldatıyordun beni. Veya evlilik sana göre değildi ve bekar hayatını özlüyordun. Kafamı yormadım hiç. Tek bildiğim ne kadar sevsem de seni kendimden çok, ikimizin de mutsuz oluşunu izlemek istemediğimdi. Mutlu olduğun insanla güzel bir hayatı hak ediyordun. Keza ben de her ne kadar istemesem de senden başkasını, hala bir şansım var sayılırdı yeni bir başlangıç için.
Ve ben de boşanmaya karar verdim. Bir kış gecesi, işten sarhoş dönünce sen, dayanamayıp söyledim bunu sana. Bir anda suratın düştü, gözlerin karardı ve bağırmaya başladın bana. Böyle bir şeyin olmayacağını, boşanmanın kabul edilemez olduğunu söyledin. Tanıdığım o medeni adama ne olmuştu, ne olmuştu da bana ve kararlarıma gram saygı duymayacak birine dönmüştü? Küfrettin başta, sonra itip kakmaya başladın beni. Şok içindeydim. Ellerinin değdiği yer güzelleşirdi eskiden. Şimdi ise aynı ellerle şiddet uyguluyordun bana. Gözün dönmüştü, canımı yakıyordun artık. Ve ben ne kadar çabalasam da karşı koyamıyordum sana. Masadaki bıçağı alıp üstüme geldiğini hatırlıyorum en son. Sonrası göğsümde büyük bir acı ve karanlık.
İşte böyle sevgilim, işte böyle öldürdün beni. Nasıl da inandırmıştım kendimi beni sevdiğine. Oysa sevgiyi geçtim, biraz olsun bile acıma yoktu gözlerinde. Şimdi her gün haberlerde gördüğümüz kadın cinayetlerinde adı geçen kadınlardan biriydim artık ben. Sen de çok yüksek ihtimalle tutuksuz yargılanacak sokaklarda gezen binlerce katilden sadece biri…