İletişim ve medya kanallarının artması ile birlikte birçok konuda olduğu gibi gıda güvenliği ve bulunabilirliği konularında da dehşet verici bir bilgi kirliliğine maruz kalıyoruz. Bir yandan, Diyetisyen, Gıda Mühendisi, Ziraat Mühendisi, Veterinermiş gibi beslenme, gıda üretimi ve güvenliği hakkında yorumlar yapıp kendisinin veya bağlı olduğu derneğin tanınırlığını, sattığı ürünleri pazarlamaya çalışan, şirketlere danışmanlık yapan doktorlar, diğer yandan Doktor gibi tıbbi yorumlar yapan Diyetisyenler, Gıda Mühendisleri, Ziraat Mühendisleri, Veterinerler… Bu kişilerin ağzından çıkanı harfiyen uygulamaya hazır olan, o kişinin aslında konunun uzmanı olup olmadığını yorumlamayan, zehir önerseler kullanabilen, aslında sağlığa zararlı olmayan bir gıdayı sırf onlardan birisi zararlı dedi diye yerin dibine batıran bir toplum olduk. Yediğimiz içtiğimiz birçok şeyin doğal olarak da içinde bulunan bir madde “E” koduyla tanımlandığında veya Latince adıyla anıldığında onu sağlığa zararlı bir katkı maddesi sanıyoruz. Örneğin; uzmanlar C Vitamini dediğinde gözümüz korkmaz, sağlığımız için bol bol tüketmeliyiz deriz ama bu vitaminin diğer ismi olan Askorbik Asit veya E300 diye tanımlandığında bu uzman bizim asit içmemizi mi istiyor diye tereddüte düşeriz. Kaldı ki vitaminin fazlasının da insan vücuduna zararı dokunduğu bir çok kişi tarafından bilinen bir bilimsel gerçektir.
Bence bu algı kurbanlarından birisi de GDO’lu ürünler. Ben, büyük bir savaş, salgın, başka gezegenlere göç edilmesi veya nüfus kontrolü sebebiyle insan nüfusu azalmazsa, GDO’lu gıda üretiminin gelecekte insanlığı aç kalmaktan kurtaracak reçete olacağını düşünüyorum.
BM’in güncel tahminlerine göre 7,78 milyar insan yaşayan dünyada, nüfusun, 2050’de 12 milyar olması bekleniyor. WWF tahminlerine göre ise 2050’de dünya nüfusunun yarısı suya erişemeyecek. Bu durum bize gıda bulunabilirliği ile ilgili de iyi bir gelecek vadetmiyor. Nüfus kontrolü insan haklarına uygun görünen bir önlem olmadığı gibi kolay bir işte değil. İnsanoğlunun aç kalmamak için küresel ısınmayı azaltıp temiz suya erişimi arttırmaya çalışmak dışında bir B planına ihtiyacı var.
Öncelikle aklımıza tarım arazilerini büyütmek geliyor. Her ülkenin arazi yapısı ve iklimi bunu yapmaya müsait değil. Yapabilecek ülkelerde ise tarım arazisine çevrilen her orman, her mera, hayvanların yaşam alanlarını daralması, biyolojik çeşitliliğin azalması, ihtiyaç duyulan suyun bulunamaması (2050’de neredeyse 2 kat insan olduğunu da düşünürsek) ve tarım için kullanılan kimyasalların da etkisiyle doğanın tahribatı anlamına da geliyor. Ayrıca, yediğimiz hayvanların da beslenmeleri için otlaklar ve tarım ürünleri gerekiyor.
Dolayısı ile artan nüfusu besleyecek miktarda üretim için ekilebilir alanların genişlemesi değil, birim alandan alınan ürün miktarının artırılması gerekiyor. Bu da, Nobel ödüllü tek bitki bilimci olan Norman Borlaug’a göre buğday ve mısır gibi tahıllarda verimin % 80 artırılması gerektiği anlamına geliyor. Mevcut durumda görüyoruz ki klasik bitki ıslah yöntemlerinin sınırlarına ulaşıldı. Geriye seçenek olarak daha teknolojik ıslah yöntemi olan biyogenetik yöntemler kalıyor.
Elbette şu ana kadar yapılan bazı genetik yöntemlerin sağlığa zararları olabilir. Ancak, bu durum genetik yöntemlerden topyekûn vazgeçmemiz anlamına gelmemeli. Henry Ford ilk seri üretim otomobili icat ettiğinde içinde bizi koruyacak emniyet kemeri ve hava yastığı yoktu ama zaman içinde üzerinde çalışılarak sürücüye bile ihtiyaç duyulmayan otomobiller icat ettik. Eğer, geçmişte otomobillerin güvenli olmadığı için insanları sakat bıraktığı, öldürdüğü yargısına varılıp geliştirmek için çalışılmasaydı şu anda at arabalarıyla seyahat ediyor olacaktık. Şu anda genetikçiler DNA yapısı ile oynayarak kansere çare bulsalar ve yöntemin güvenilirliği ile ilgili bizi ikna etseler sonraki nesiller kanser olmasın diye genlerimize dokundurtmayacak mıyız? Bill Gates laboratuvarında üretilen yapay eti, vakfı aracılığıyla kıtlık yaşanan bir ülkede dağıtsa o ülkedeki insanlar bu eti yemeyecek mi sanıyoruz? Sadece, gıda bulunabilirliği bakımından nispeten zengin bir ülkede yaşadığımız, kuraklık ve kıtlığa biraz daha zamanımız olduğu için gerçeği görmezden gelmeye çalışıyoruz.
Birkaç önyargılı, tuzu kuru, organik pazarı şarlatanının yargısız infazlarına aldırış etmeden, isminden korkmadan, güvenliğinden emin olarak tüketebileceğimiz genetiği değiştirilmiş organizmalar üzerinde çalışılmasına destek vermeliyiz. Teknoloji bizi ürkütmemeli, öğrendikçe, keşfettikçe, denedikçe korkularımız azalacak. Artık insanoğlunun bir B planı olmalı.