Fernando Pessoa ,delirmekten korkup deliden öte yaşamış bir adam, hayatı anlamlandırmak uğruna aklından oldu. Kimse ona doğmadan önce bu algoritması bozuk dünyaya gelmek ister misin diye sormamıştı. Aynı bana da sormadıkları gibi.
“Yalnızca asla düşünmeyenler, başka bir deyişle yaşamak için gereken şeylerden başka bir şey düşünmeyenler mutlu oluyor.”
Varoluşumu katlanılabilir hale getirmek için mutlu olmak istedim, ufak tefek olaylarla günümü gün etmeye çalıştım, çam sakızı çoban armağanı diye sunulan biçimsiz hediyelere anlamlar yükledim, karşıma çıkan herkesi küçümseyip kendimi yücelttim. Çünkü insan doğası gereği bencildi, ben de öyle oldum. Bu dünyada değerli hissedebilmek için bunları yapmak zorundaydım yoksa yaşamaya değer hiçbir şey bulamayacaktım. Öyleyse ben onları yarattım. Mesela her gün saat 9.00 da karşı balkonda çiçeklerini sulayan, onlarla konuşan ak saçlı dedenin yüzünü buruş buruş yapan gülüşünü izledim. Hiç kaçırmadım. Eğer o sabah onu görmezsem günüm güzel geçmeyecek diye totemler kurdum kafamda ancak onu gördüğümde de güzel günler geçirmediğimi çok sonradan fark ettim, içim burkuldu.
Yalnızdım. Seçemediğim bir dünyada yapayalnızdım üstelik beni buraya bırakanlar da yardım etmiyordu. O gülüşü öylesine anlamlandırmıştım ki sanki o yabancı adam her gün bana masallar anlatan büyük babamdı. Köşedeki çiçekçi o rengarenk laleleri her gün benim için diziyordu. Her sabah kahvemi almaya gittiğim fırındaki usta benim için saklıyordu o çörekleri. Sevdiğimi bilirdi. Başta komik gelirdi ama artık benim gerçeklerim oldular. Siz de gülmeyiniz olur da bir gün yalnızlık denen çukura düşerseniz elinizden sadece bu kuramlar tutacaktır.
Sanmayınız ki gündelik olaylara sebepsiz anlamlar kazandırmam beni deli yapar. Tam tersi ben delirmekten böyle kurtuldum. Düşünsenize savaşların benim uğruma verildiğini sanan bir deli de olabilirdim. Ama her gece ‘henüz’ o kadar önemli bir insan olmadığım için şükrediyorum.
Düşünmek bazen çok tehlikeli oluyor benim için. Yanlış dünyalara giriyorum, çıkamıyorum. Dünya gerçek yüzünü gösteriyor bana, yine korkuyorum ama kaçamıyorum. Düşündükçe sorguluyorum, bulduğum cevapları beğenmiyorum, sorgulamaya devam ediyorum. Her adımda huzursuzluklarım artıyor, bu düzene karşı savunmasız hissediyorum. Savunmasızım çünkü hayal dünyamdan çıktım. Artık büyük babamın o gün balkona çıkmamasından daha büyük dertlerim, acılarım var. Hiçbirini çözemem, düzeltemem, alışamam bu düzene, kendimi tanıyorum ya. Belki bunları çözebilmek için çok büyük insanlar olmak gerekir, düşünmeyi bilen cesur insanlar. Ben kendi hayal dünyasından çıkmaya korkan, kendisini sadece oraya ait gören budalanın tekiyim. Buraya gelmeyi ben seçmedim.
15 gün saydım karşı apartmandaki dede çiçeklerini sulamaya çıkmayalı. Çiçekler solgun, yaprakları kuru gözüküyor. Bugün dedeyi görmediğime mi yoksa o solmuş çiçeklere mi üzüleyim karar veremiyorum.
İki ay geçti. Günler çok uzun geçmek bilmiyor. Hiç derdim yokmuş gibi bir de lale mevsimi geçti. Köşedeki çiçekçi çirkin, şekilsiz bitkiler dizmiş. Güller de var ama ben gül sevmem ki, o yüzden onlardan azar azar çıkarmış. Hala dedeyi görmüyorum. Başına bir şey gelmiş olması ihtimaller dahilinde değil. Elbet bir gün çıkacak, ‘çiçeğinin’ umutsuz kalmasına izin vermez ya.