Kulübedeki Lamba

Sevgili Arkadaşım Oğuzhan,

Nasılsın iyi misin? Umarım iyisindir. Ben iyiyim ve bildiğin gibi okula devam ediyorum. Dün yaşadığım ilginç bir olayı seninle paylaşmak için yazıyorum.

Yine her zamanki gibi rutin bir gündü. Okuldan çıkmış eve doğru yürümeye başlamıştım. Köşedeki pastaneden simit aldım. Yolda yürürken yemeye başladım. Caddeden karşıya geçmek için trafik lambalarında beklerken 6 ila 8 yaşlarında ayakları çıplak, kirli yüzlü, yıpranmış üstü küçük bir çocuk yanıma geldi. Bir şey söylemeden sadece elimdeki simide bakıyordu. Çok aç olduğu belliydi ve üşüyordu. Onu öyle görünce içim çok acıdı. Yarsı yenmiş simidimi kendisine uzattım. Utandı önce almadı. Ben ısrar edince aldı ve hemen yemeye başladı. Sonra bir baktım iki tane daha ondan daha da küçük çocuk belirdi yanımızda. Sordum kardeşleriymiş. Onlar da açtı ve üşümüşlerdi. Cebimde kalan harçlığımı onlara verdim ve gidip simit almalarını söyledim. Öyle sevindiler ki koşa koşa pastaneye giderlerken arkalarından üzüntüyle baktım.

Eve geldiğimde üzerimde çok ağır bir duygu vardı. Üzüntü, çaresizlik ve umutsuzluk içindeydim. Annem sordu neler olduğunu. Kendisine her şeyi anlattım. Bana sarıldı, aferin dedi ve yaptığım şeyin ne kadar doğru olduğundan bahsetti. Bu duygularla akşam ettim ve gece yatağıma girerek uyumaya çalıştım. Ama o çocuklar aklımdan çıkmıyordu bir türlü. Uyumak istiyordum ve uyuyamıyordum. Birkaç saat sonra dalmışım sanırım. Birden kendimi yeşillikler arasında çok güzel bir orman yolunda yürürken buldum. Etrafımda çeşit çeşit çiçekler, rengarenk bitkiler vardı. Çok güzel kokuyorlardı. Orman içindeki bu patika o kadar güzeldi ki yürürken ne kadar yol gittiğimi bilemedim. Birdenbire yol bitti ve karşıma küçük bir kulübe çıktı. Kahverengi ağaçlardan yapılmış küçücük pencereleri olan çok şirin bir kulübeydi. Merak ettim kulübeye doğru gittim. Önce pencereden içeri baktım. Camlar buğulanmıştı ve içerisi çok iyi görünmüyordu. Bu yüzden kapıya gidip içeri girmek istedim. Kapının tokmağını çalacaktım ki kapıya dokunmamla kapının kendi kendine açılması bir oldu. İçerisi çok loş bir ortamdı. Biraz korkarak içeri girdim. Odanın ortasında eski bir tahta masa vardı. Masanın üzerinde de çok eski bir lamba görünüyordu. Lambayı elime aldım ve incelerken birden lambanın içinden dumanlar çıkmaya başladı. Biraz sonra bu dumanlar karşımda bir cin şeklinde bana bakıyordu. O kadar şaşırmıştım ki küçük dilimi yutacaktım az kalsın. Alaaddin’in ciniydi bu. Bana “Dile Benden Ne Dilersen” diye sordu. Aynı masaldaki gibiydi. Hemen aklıma o çocuklar geldi. Tek dileğim dünyadaki tüm çocukların güzel kıyafetleri olması, aç kalmamaları, okula gidebilmeleri, hepsinin benim gibi bir ailesi olmasıydı. Bunu istedim Cin’den. O da tabi ki bu benim için çok kolay dedi. Ve hemen yaptı. Bana bir aynadan gösterdi. Trafik ışıklarındaki çocukları gördüm. Üçü de tertemizdi, kıyafetleri yeniydi ve çantalarını almış okula gidiyorlardı. O kadar mutluydum ki anlatamam. Annem beni uyandırana kadar rüyada olduğumu bile anlamamıştım. Rüyadan uyandım ve annem bana bakıyordu. Yüzümdeki gülümsemeyi görmüş ve güzel bir rüya gördüğümü anlamıştı. Ben de çok mutlu olmuştum ve dünkü üzüntülerim kaybolmuştu.

İşte böyle Oğuzhancığım. Umarım rüyamdaki dileğim gerçek olur. Tüm çocuklar mutlu olur. Yakında görüşmek üzere arkadaşım. Hoşça kal.

(Visited 7 times, 1 visits today)