Bir zamanlar İstanbul şehrinde bir kral ve kraliçe yaşarmış. İstanbul’da yaşayan herkes çok mutluymuş. Çünkü o zamanlar hiç hile, yalan gibi kötü şeyler yokmuş. Günlerden bir gün kraliçe bir kızı olacağını öğrenmiş. Bunu duyan herkes çok mutlu olmuş. Bir süre sonra prenses doğmuş. Babası adını Maria koymuş. Tüm şehir Maria prensesin doğumunu kutlamışlar.
Maria çok sevgi dolu bir kızmış. Hayvanları çok sever, insanlara hep yardım edermiş. Maria beş yaşına geldiğinde babası bir rüya görmüş. Rüyasında kızı 18 yaşına geldiğinde onu bir yılanın soktuğunu ve onun öldüğünü görmüş. Babası bu duruma çok üzülmüş, günlerce ne yapacağını düşünüp durmuş. Sonunda İstanbul’da bir adaya hiçbir yılanın giremeyeceği bir kule inşaa ettirmiş. Kızı Maria’yı kuleye yerleştirmiş. Yılanların girememesi için kulenin etrafını betonla kaplamış.
Maria’nın yılları kulenin içinde bu adada geçmiş. Maria on sekiz yaşına geldiğinde kurtulması çok zor olan bir hastalığa yakalanmış. Babası bu duruma çok üzülmüş ve ülkenin en iyi doktorlarını çağırmış. Sonunda Maria iyileşmiş. Maria’nın iyileşmesine çok sevinen babası bir kutlama düzenlemiş. Kutlamada herkes hediyelerini kuleye gönderiyormuş. Yaşlı bir teyze de Maria için bir sepet üzüm göndermiş.
Maria akşam olup uyuduğunda üzüm sepetinin içinden bir yılan çıkarak sürüne sürüne Maria ‘nın yatağına kadar ilerlemiş. Yılan güzelleri güzeli prenses Maria’yı sokmuş ve Maria oracıkta hayatını kaybetmiş. Babası kızının ölümüne çok üzülmüş ve yılan kızına tekrar zarar vermesin diye kızına demirden bir tabut yaptırıp Ayasofya’nın giriş kapısının üzerine yerleştirmiş. Ancak yılan prensesi ölümünden sonra da rahat bırakmamış. Bu nedenle demir tabutun üzerinde iki deliğin olduğu da efsane olarak anlatılır.