Bugün karantina biteli yaklaşık dört ay oluyor. Herkes neredeyse tamamen dışarıya çıkma korkusunu yenmiş normal yaşantılarına dönmeye başlamıştı. Ben de o insanlardan biriyim ama hala eskiden olduğu gibi rahat çıkamıyorum dışarıya. Oysa karantinanın başında evden çıkmama fikri ne kadar korkunç gelmişti bana. Normalde haftada en az iki kere arkadaşlarımla buluşan ben nasıl olacaktı da hiç dışarıya çıkmayacaktı. O zaman söyleseler evde kalmaya alışacaksın diye inanmazdım. Şimdi de evde kalmanın başta nasıl bu kadar zor gözüktüğünü anlayamıyorum tabii o ayrı mesele. Sanırım biz insanlar çoğu şeye düşündüğümüzden daha çabuk alışıyoruz. Bundan kaynaklı da aslında kafamda kötü bir düşünce dolaşıyordu. İnsanlar her şeye bu kadar çabuk alışıp bu kadar çabuk unutuyorlarsa, ya bu salgın da birkaç ay geçmeden unutulursa ve insanlar hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ederlerse. Bu sefer bunun gibi başka bir şey daha yaşarsak ve umduğumuz gibi bitmezse sonu.
Karantina döneminde bir sürü araştırma merkezi tarafından, yurt dışındaki ve yurt içindeki araştırma merkezleri, korona virüsünün dünyamıza ve doğaya bir sürü olumlu etkisi olduğunu söyledi. Bu aslında insanların dünyayı olumsuz etkilediğinin bir başka söyleyiş tarzı da olabilir çünkü korona sadece insanları etkileyen bir şey. İnsanları evlere kapatan bu virüs bu kadar fazla şeyi bu kadar kısa zamanda değişiyorsa belki de hak etmişizdir korona gibi bir salgınla karşı karşıya kalmayı.
Korona virüs sayesinde karbon emisyonu 2. Dünya Savaşı’ndan beri en büyük düşüşü yaşadığını, hava kirliliğinin ise yüksek miktarda azaldığını ifade ettiler. Aynı zamanda dünyanın en turistik bölgelerinden biri olan Venedik kentinin o meşhur kanallarında ise seneler sonra ilk kez balıklar görüldüğünü ve kuğuların tekrar kanallarda yüzmeye başladığını da yerli insanların çektikleri fotoğraflar sayesinde gördük. Tüm bunları görünce ister istemez karantina bitince tüm bu güzel haberlerin yerini yeniden orman yangınlarının alması fikri, her şeyin eski haline gelmesi fikrinden ve insanların karantina biter bitmez eski alışkanlıklarına geri dönmelerinden korkuyordum. Neyse ki şu ana kadar her şey harika gidiyor.
İnsanların doğaya olan saygısının fazla miktarda arttığı çok açık bir şekilde belli oluyordu. Üstelik yalnızca bireysel farkındalık değil ülke çapında köklü değişiklikler yapılıyordu doğayı korumak adına. Gelişmiş ülkeler enerji ihtiyaçlarının neredeyse tamamını yenilenebilir enerjiden faydalanarak elde ediyorlar, bunu yapamayacak az gelişmiş ya da hala gelişmekte olan ülkelere ise dünyanın dört bir yanından bu konu hakkında yardım ve destek geliyordu. Karbon salınımı yok denecek kadar azdı. Tüm ülkelerden bilim insanları ve gönüllüler okyanus ve denizlerdeki çöplerden kurtulmak için son teknoloji ve geri dönüştürülebilir şeyler icat ediyor yedinci kıtayı, çöp kıta, ortadan kaldırmak için fikir alışverişi yapıyorlardı. Bunun yanında temizledikten sonra tekrar kirlenmesin diye de plastik kullanımı tüm ülkelerde yasaklanmıştı. Tek kullanımlık olmayan plastikler bile. Bu değişiklikler hayvan çeşitliliğinin artmasında büyük fayda sağlamıştı. Doğa yeniden dengesini sağlamaya başlamıştı. Nesli tükenme tehlikesinde olan bir çok hayvanın yok olma tehlikesi azalmıştı. Çekirge göçleri gibi normal dışı şeylere rastlanmıyordu artık. Orman yangınları insan etkisi olmadan kendi döngüsünde çıkıp kendi kendine sönüyordu. Kısacası doğa kendini yeniliyordu insanlar ise olması gerektiği gibi buna engel olmuyorlardı. Sonunda doğanın bir parçası olduklarını kabul etmiş doğaya karşı olan görevlerini ve sorumluluklarını yerine getiriyordu.
Bir diğer yandan insanlar birbiriyle daha yakın ve birbirlerine daha saygılılardı. Sosyal bir varlık olan insan karantina sürecinde başka insanlarla etkileşime geçemeyince onlara ihtiyacı olduğunu anlamış ve bu konuda da değer bilmeyi öğrenmişti. Sürekli birilerini yargılayan insanlar sanki yok olmuş gibiydi. Herkes kendi hayatıyla, kendi hayatında olup bitenlerle ilgileniyordu bu da ister istemez insanları daha özgür yapmıştı. İnsanlar düşündüklerini kim ne der şüphesi duymadan gerçekleştiriyordu çünkü kimse zaten bir şey demiyordu. Herkes kendi hayatına minnettar bir şekilde yaşıyordu ve bu da insanların doyumsuzluğunu ortadan kaldırmıştı ki zaten her şeyin başlıca sebebi insanların doyumsuz olmasıydı. Sürekli daha iyisi, daha yenisi, daha gündemde olanı, daha ilgi çekeni, bir ev yetmez iki üç tane milyar dolarlık evler alıp oradaki canlı habitatını rahatsız etmeleri… Hepsi bitmişti. İnsanlar artık az ile yetinebiliyordu bu da yaşamalarının başlıca sebebi olan mutluluğu onlara getirmişti. Kimse mutluluğun bu kadar kolay elde edileceğini düşünmemiştir herhalde. Herkes ailesiyle hiç olmadığı kadar yakındı. Karantina döneminde sürekli bir arada kalmak zorunda kalan aile bireyleri ilk başlarda tartışsalar da artık aile olabilmeyi başarmışlardı. İnsanların ekrana bakarak geçirdiği süre bile ciddi oranda azalmıştı. Sokakta yürürken telefona bakan insan görmek çok zordu artık. Herkes etrafına yeni doğan bebek gibi meraklı gözlerle bakıyor, her gün ilk kez dışarıya çıkıyormuş gibi heyecanlanıyordu. Bunları koronadan önce görseydik büyük ihtimalle o insanlara deli denirdi ama artık herkes küçücük bir şeyin bile kıymetini çok iyi anlıyordu.
Okullarda ise öğrenciler hiç gelmedikleri kadar mutlu geliyorlardı her sabah okula. Bilginin ve eğitimin değerini hiç olmadıkları kadar farkına varmışlardı. Dersler ise uzun süre internetten ilerletildiği için bir değişiklik yapılması gerektiği düşünülüp artık dışarıda, açık havada işleniyordu. Okul binası sadece hava durumu dışarıda ders işlemeye müsait olmadığında kullanılıyordu ki hava durumunun müsait olmama gibi bir durumu da yoktu artık. Doğanın bize verdiği her şeyin çok kıymetli olduğunu farkına varmıştı insanlar. Yağmur yağıyorsa öğrenciler küçük çadır gibi bir şeyin altında toplanıyor, yağmur sesi eşliğinde ders işleniyordu. Bu hem insanın doğasına daha yakındı bu sayede bu eğitim şeklinin öğrenci psikolojisini ve ruh sağlığını yüksek oranda olumlu etkilediği araştırmalar sonucu ortaya konmuştu. Bunun dışında karantina döneminde kolejlerin devlet okullarına göre daha çok ders işlemesi ve koleje giden öğrencilerin diğer devlet okuluna giden öğrencilerin çok önüne geçmesi sebebiyle eğitimdeki bu eşitsizlik gün yüzüne çıkmıştı bu yüzden karantina sonrası tüm kolejler devlete bağlanmıştı, tüm okullar kolej niteliğinde eğitim veriyordu. Bölge şehir fark etmeksizin tüm öğrencilere adil davranılıyordu. Bu sayede eğitimde de eşitlik sağlanmıştı. Parası olmayan da hakkı olan eğitimi fazlasıyla alabiliyordu.Öğretmenler ise tekrardan gözden geçirilmişti. Öğrenmeye açık olmayan öğretmenlerin işine son verilmişti. Artık parlak zihniyetler yetiştirmek için uğraşılıyordu, bir sürü koyun yetiştirmek için değil. Okulların başlıca amacı çocuklara düşünmeyi ve sorgulamayı öğretmekti. Bunun yanında doğa ve insan dersleri veriliyordu. Bu derslerin amacı ise ileride doğaya zarar vermeyecek bilinçli bireylerden oluşan bir toplum oluşturmaktı.
Sağlık sektöründe ise sağlık çalışanlarına olan saygı büyük miktarda artmıştı. Artık sağlık çalışanına karşı şiddette bulunmanın sonucu çok büyüktü. Koronaya çözüm bulmak için toplanan bilim insanları buna çözüm bulduktan sonra ayrılmayıp sağlık sektörüne bir sürü katkıda bulunmuşlardı, bulunmaya da devam ediyorlar. Bunun dışında ülkemizdeki laboratuvar sayısı arttırılmış olup bilim insanlarına çalışma olanağı verilmişti bu da ülkedeki beyin göçü sayısını oldukça azaltmıştı. Türk bilim insanı sayısı gün geçtikçe artıyordu ve dışarıya olan bağımlılığımız da aynı oranda azalıyordu bu sayede.
Ekonomi ise karantinadan sonra belli bir dönem dünya çapında çok kötü olsa da ülkeler yavaş yavaş kendilerini toparlamaya başlamışlardı. Doğanın kendine gelmesi ekonomiyi de olumlu etkilemişti. Artık çoğu ülke ihtiyacı olan meyve ve sebzeyi, o ülkenin iklim şartlarında yaşayabilecek bitkiler, ithal etmiyor, başka iklimlerde yetişmeyecek bitkileri varsa onları diğer ülkelere satıyordu. Türkiye ise bu durumda her geçen gün ekonomisini daha da güçlendiriyordu. Devlet Türkiye’nin verimli topraklarının sonunda değerini anlamıştı ve çiftçilere yardım ediyordu. Çiftçiler ise doğayı ve toprağı olumsuz etkileyecek faaliyetlerde, anız yakmak gibi, bulunmuyordu. Bu da ithalat miktarını yüksek oranda azaltmıştı ve dışarıya olan bağımlılığımızı da yine yüksek oranda azaltmıştı. Kıyafet üretimi azalmış, onun yerine kıyafetleri yeniden kullanmak moda olmuştu. Bu da kıyafet üretiminde kullanılan tonlarca suyun boşa gitmesini önlemiştir.
Korona aynı zamanda insanlara zengin de olsan fakir de olsan bir gün hayatın biteceğini hatırlattı, böyle bir hatırlatıcıya ihtiyacımızın olması zaten çok üzücü bir durum, bazı insani değerlerin kıymetini gösterdi. Kısacası insanlara insan olmayı hatırlattı gözümüzle bile göremediğimiz bir şey.
Küçük Bir Etki
(Visited 43 times, 1 visits today)