Gökyüzündeki bulutların rengi kadar anlamsız bir gündü, kuşların bile uçmaya hali kalmamış, sokaktaki dondurmacı bile umutsuzca çocuklara bakıyordu. Ne yazık ki benim de dondurma yiyecek ne keyfim vardı ne de isteğim. Bu keyifsizlikle hiçbir şey yapamayacağımı anlayıp her zaman bana iyi gelen şeyi yapmaya başladım. Delicesine koştum.
O kadar koştum ki neredeyse nefesimin kesilmesine ramak kalmıştı fakat bedenim yorulsa da ruhum dinlenmişti. Biraz nefes almak için boş bir bank buldum çocuk parkında. Evet, kulağımda çınlayan çocuk seslerini ayırt etmek güçtü ama zaten bunun bir önemi yoktu. Bu düşünceler zihnimi meşgul ederken gözüm ona takıldı. Üstü başı yırtık ve kirli görünüyordu fakat gülümsemesi gökyüzünü açıyor ve onun bütün kusurlarını kapatıyor gibiydi. Ağustos ayının sıcağına aldırmadan ayakları yansa da aklına koyduğunu yapacaktı. Dondurmacının yanına yaklaştığında birbirlerini görmeyi sağlayacak küçük ayaklarının parmak ucunu kullandı. Hala dondurmacıyı göremiyordu ama rahatça dondurmaları görebiliyordu. Aldırmadan istediği dondurmayı seçti fakat parasından mıdır bilmem sadece bir top almıştı. O kadar mutluyduki bu mutluluk bulaşıcı yanını ben de göstermişti.
O sırada en son neye bu kadar mutlu olduğumu düşündüm. Bulamamıştım. Tabii ki ben de mutlu oluyordum fakat bir top dondurmanın yaşattığı mutluluksa benim yaşadığım mutluluklar neydi. İstediğim şeyi elde ettikten 1 saat sonra geçen de mi mutluluktu.
Bu düşüncelerden sıyrılıp küçük çocuğun mutluluğunu paylaşmak istedim. O dondurmasını iştah ile yerken yanında ki kendinden büyük köpekte onu hayranlıkla seyrediyordu. Çocuk yanındaki köpeği dondurmanın bitmesine az kalınca fark etmişti. Kirli mi, pis mi, hasta olur muyum demeden o son kalan dondurmanın ona verdiği mutluluğu köpeğe de ulaştırdı ve köpeğin de göbeğini yayarak yiyişinden belliydi ki o da bir o kadar mutluydu. Kalan külahını da hızlıca ağzına atmıştı.
Dondurmanın verdiği enerjiden yararlanarak kaydıraktan kaymaya başladı tıpkı diğer çocuklar gibi. Aldırmadı diğer çocukların annesinin onları salıncakta sallayışına çünkü onun diğer çocuklardan çok daha güzel şeyi küçücük bedenindeki içine sığmayan kalbi vardı. Fakat bu küçük çocukta bir gün düşünmeye başlayacaktı dünyanın adaletini, ailelerimizin zorlukla kazandığı paralarla alınan oyuncakların bize geçici mutluluklar yaratmasını, neden okulu sevmeyişimizi, en önemlisi bizi bu kadar fazla saracak kucak varken hiçbir zaman mutlu olmayışımızı.
Ben de onu biraz da olsa mutlu etmek için elimi cebime atıp parama baktım fakat biraz düşündükten sonra küçük ellerine paranın bulaşmasını istemedim çünkü paranın mutluluğu da o dondurmanın bitene kadar olan büyüsü gibi olduğunu düşündüm ve salıncakta gayretle sallanmaya çalıştığını görüp yerimden kalktım. Yanına gittiğimde gayreti yüzümde bir gülümseme bıraksa da yavaşça onu sallamaya başladım. İlk başta anlam veremese de birkaç dakika sonra kahkaha sesleri bütün parka yayılmış, kuşları tekrar uçurmuş, onu seyreden köpeğe açlığını unutturmuştu.
Bir süre sonra salıncak durmuş ve biz birbirimize bakıyorduk. Salıncaktan kalkıp bana sarılmıştı. Kolları kısa olduğundan bedenimi saramamıştı ama mühim değildi çünkü kalbimi çoktan içtenliğiyle sarmıştı. Mutluluğu parayla, başkasından aramaktansa kalıcı mutluluğu içimizde aramamız gerektiğini anlattı bana küçük kahramanım.