Kraliyet Sarayında Bir Gün

   O gün hava oldukça serindi, sarayın içinden gök gürültüsünün sesi ve yağmurun şıpırtısı duyuluyordu. Yağmur ana bahçedeki rengarenk güllerin, lalelerin, orkidelerin narin yapraklarını yıpratıyor; yürüyüş yolunun mermer taşlarını dövüyordu. Bütün sarayı yağmurda ıslanmış toprağın kokusu sarmıştı.

   Misafir salonu ise dışarıdaki durumla tezat oluşturuyordu; şöminenin harlı ateşi bütün odayı ısıtıyor, ceket giymeye lüzum kalmıyordu.

   Farklı imparatorluklardan, cumhuriyetlerden, düklüklerden toplantı için gelmiş yüzlerce elçiyle dolu misafir salonu son derece güzel tasarlanmıştı; tavan yüksekti ve fildişi rengi klasik stil sütunlarla destekleniyordu. Bu sütunların üzerinde Osmanlı’dan getirttirilmiş ünlü sanatkarların özenle çizdiği minyatürler bulunuyor, taş oymacıların alın teriyle oyuğu figürler de sütunları süslüyordu. Sütunlardan biri özellikle dikkatleri üzerine çekiyordu, bu sütunun üzerinde kraliyet ailesini temsil eden bal porsuğu genç ve güçlü bir aslanın gözünü oyarken tasvir edilmişti. Aslanın kanının aktığı yerlerde Latince deyişler kazınmıştı, bunlardan en büyüğü “Fırsat verme gözyaşlarına, doruklara doğru dar yollardan başarı için.” anlamına gelen “Non facultas lacrimis, ad augusta per angusta, ad gloriam.” idi.

   Salonun harika iç tasarımı, muhteşem mimarisini tamamlayan bir etki bırakıyordu. Yerdeki İran halıları salona apayrı bir hava katıyor, salonu daha da zengin gösteriyordu. Sadece sanat eserlerine ayrılan bir duvarı dönemin en ünlü ressamlarının empresyonist yağlıboya tabloları ve kraliyet ailesinin akrilik portreleri süslüyordu. Bu duvardaki en görkemli tablo ülkenin önceki hükümdarı, şimdiki kraliçenin babası olan 4. krala aitti. 4. kralın gözleri adeta denizdeki dalgalar gibi hiddetli ancak bir o kadar da derin çizilmişti; bu gözler gerçek olmasalar da adeta insanın ruhunun derinliklerine bakıyordu ve insanı kendisine çekiyordu.

Tablolar, halılar dışında salondaki diğer eşyalar da salonun bambaşka havasını tamamlıyordu. Tavandan sarkan kristal avizeler odayı altın rengi ışığıyla kaplıyordu. Elçilerin etrafında toplaştığı devasa akça ahşabından masanın etrafında koyu kırmızı, ayakları oymalı tekli koltuklar vardı.

    Bu masanın en başındaki lacivert koltukta oturan ise mağrur bakışlı kişi ise 5. kraldı. Gözleri adeta tecrübeli bir avcınınki gibi istihfaf doluydu. Ayı kürkünden siyah paltosu bakışlarıyla birleşince onu gerçek bir vahşi boz ayı gibi gösteriyor, odanın sıcaklığına rağmen böylesine bir kürkü giymesiyle etrafındaki temsilcilerin gözlerini sessizce korkutuyordu.

   Kralın tam zıddı gibi görünen bir kadın da kralın yanında oturmuştu. Bu kadın yani kraliçe ise incecik beli ve süt gibi beyaz teni ile adeta bir kuğu gibi görünüyordu. Ametistlerle işlenmiş ihtişamlı mor tuvaleti ve gümüş defne yaprağı tacıyla adeta bir tanrıçaya benziyor; inci gibi dişleriyle gülümseyip elçileri selamlarken etrafındakiler onun güzelliğine hayran kalıyordu. 

   İşte bütün görkemiyle kraliyet sarayı gözler önündeydi, dışarıdaki yağmur sesinin eşliğinde toplantının başlangıç saati nihayet gelmişti.

(Visited 2 times, 1 visits today)