Her insanın hayatında mutlaka bir dönüm noktası vardır. İşte bu hikaye benim arkadaşımla çıktığım o güzel yolculuğu anlatıyor. Eğer hazırsanız kemerlerinizi bağlayın ve arkanıza yaslanın. Vee başlıyoruz…
“Dıt dıt dıt dıt…” bu alarm sesi çok sinir bozucu. Fakat bu sesin arkasında güzel bir sebep var ve bir de bugün erken kalkmamın başka bir yolu yok. Neden mi erken kalkıyorum? Çünkü bugün en yakın arkadaşımla planladığımız gezi turuna sonunda çıkıyoruz. Çok heyecanlıyım, fakat bu alarmı bir an önce kapatmazsam yan komşum bana sinir olmaya başlayacak. Alarmı susturduktan sonra geceden hazırladığım kıyafetleri giydim. Bavulumu hazırlamıştım geceden fakat daha içine birkaç eşyamı koymamıştım. Diş fırçamı, diş macunumu ve telefonumun şarj kablosunu da koyduktan sonra artık hazırdım. Bavulumu kapının önüne koyup mutfaga gittim. Kahvaltı için omlet yaptım ve çay demledim. Bunlari yedikten sonra tam anlamıyla hazırdım. Arkadaşımla buluşacagımız yere doğru yürümeye başladım.
Oraya vardığımda arkadaşım daha gelmemişti. Telefonumdan bir müzik açıp dinlemeye başladım. En sevdiğim müzik çalıyordu. Müziği dinlerken İngilizce olan sözlerini Türkçe’ye çevirmeye başladım. Arkadaşım geldiğinde müzik henüz yeni bitmişti. Hadi gidelim dedi, o da benim gibi çok heyecanlıydı. İlk durağımız Eskişehir idi. Üzerinde EskTur yazan otobüsü bulup binmemiz lazımdı. Otobüsü bulup yerleştikten sonra AŞTİ’ den çıktık.
…
Eskişehir’e vardık sonunda. Otele yerleştikten sonra yemek yemek için Odunpazarı’na “Çiğ Börek” yemeye gittik. Siparişler geldiğinde tabii ki yemeye başlamadan önce fotoğrafını çekmeyi ihmâl etmedim. Çektiğim fotoğrafı Instagram’a koyduktan sonra yemeye başladım. İlk defa yedim çiğ böreği. Oradan sonra Sazova Parkı’na gittik. Sabancı Uzay Evi beni çok etkiledi. Orada gösterilen animasyon sayesinde kendimizi olayın içindeymiş gibi hissettik. Oradan sonra Masal Şatosu’na doğru yürümeye başladık. Girmek için bilet ücretini ödeyip içeri girdik.
Oradaki dekorları incelerken dikkatimi bir şey çekti ve fotoğrafını çekmek için telefonumu cebimden alırken canımı bir şey acıttı, elime bakmak için gözüme yaklaştırdığımda hareket eden bir şey gördüm. Galiba bu minik bir insandı. Evet evet aynen öyleydi, gözlerim beni yanıltmıyordu. Parmagimdaki minik insan, minicik parmaklarıyla bir yeri işaret ediyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Gösterdiği yerde minnacık bir kapı var. Nasıl gireceğim diye düşünürken birden beyaz ışık belirdi gözümün önünde, bir ses yankılanıyordu, galiba “Dünyamıza hoş geldin” diyordu. Beyaz ışığa doğru yürümeye başladım. Oraya yürüdükçe ışık güçleniyordu. Gözlerimi kısabildiğim kadar kısıp birkaç adım daha attım. Birden bir bahçenin içinde buldum kendimi. Etrafa bakındığımda o gördüğüm insan vardı sadece ama uzaktaydı biraz. Yanına doğru yürüdüğümde “Demek uyandın!” dedi. Neden hala o kadar küçük olmadığını sorduğumda kendisinin aynı boyda olduğunu fakat benim küçüldüğümü söyledi. Ne yani şimdi ben minik bir insana mı dönüşmüştüm? Eee.. peki geri halime nasıl döneceğim? Dönmeyeceksin, dedi birisi. Beni duyuyor mu gerçekten diye geçirdim içimden, evet dedi birisi. Evet galiba gerçekten duyuyorlardı, peki ben neden buradayım diye sordum. Aldığım cevap: Sen artık bizim kraliçemizsin idi. Fakat ben sizin kraliçeniz olamam beni Dünya’da bekleyen bir hayat var. O kişi ben değilim, dedim. Hem benim arka… aaa benim arkadaşım nerede?
Birden gözüme yeniden beyaz ışık geldi. Ahh olamaz yine mi? Hayir değilmiş beyaz ışık kaybolunca bir hemşirenin kafasini gördüm burası bir hastaneydi ve arkadaşım da bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Meğer parmagimdaki minik bir insan değil bir örümcekmiş ve onu görünce korkudan bayılmışım…