Kral’a Ziyaret

Horozun rahatsız edici sesiyle uyandım her sabahki gibi, sanki beni başlamasını istemediğim bir güne başlamaya zorluyormuş gibi hissettiriyordu. Saman balyalarından oluşan yatağımdan kalktım, uzun ince yaklaşık on tane odun uzun ince odun parçasının aralarına çam sakızı sürülerek bir duvara benzetilmeye çalışmış olan ve çatısındaki saman balyalarını adeta ağır yük taşıyan yaşlı bir at gibi taşıyan duvarlara sahip daha çok köpek kulübesine benzeyen evimden çıktım. Acele etmem gerekiyordu çünkü güneşin uyanmasına az kalmıştı ve güneş tek uyanacak kişi değildi. Kralın muhafızlarından olan ve bu gücü ile istediği her şeye sahip olan adamla evlenmeye zorlanmıştım. Kuyudan suyu aldıktan sonra sobayı yaktım ve üstüne kocamın olmazsa olmazı çay yapmak için suyu koydum. Her zamanki gibi horozların kavga ettiği kümesten aldığım iki yumurta ile domatesi harç ettikten sonra hazırladığım ve kocamın her zaman çok severek yediği menemeni sofraya koydum. Çok şükür işlerim şimdilik bitmişti. Hala üstünü giyinmekte olan kocam kahvaltıya daha gelmediğinden lavaboya gitmeye karar verdim.

Kan ter içinde kalmıştım, yüzümü yıkadım ve aynaya bir baktım ki ne göreyim, aynadan bana bakan kişi ben olamazdım! Güneş gibi sapsarı saçlarım, engin bir denize benzeyen mavi gözlerim ve kırışıklığın izi olmayan bembeyaz yüzüm artık yoktu. Onun yerine artık kırk yaşına gelmiş, saçı ağarmaya başlamış ve eski ihtişamını kaybetmiş birisi bakıyordu bana. Daha fazla bakmayı yüreğim kaldırmadı ve banyodan çıktım. Kocam Utku Aras bana hemen gelmemi işaret ettiğini fark edemediğimden bu dalgınlığıma çok kızan Utku bağırıp söylenmeye başladı. Nasıl da aklımdan çıkmıştı bugün kocamın kral ile görüşmesinin olduğunu ve bu görüşmeye kralın beni de çağırdığını. Hemen hazırlanıp saraya yöneldik ama saraydan önce ormanın derinliklerinde olan evimizi çepeçevre saran bu ormanı geçmemiz gerekiyordu ki bu savaşa hazır bir ordu gibi duran ağaçların arasından geçmek hiç basit değildi ama kocamın bildiği bir patika sayesinde ormandan çıkmayı başarabildik.

Çıktığımız gibiyse önümüzde saray belirdi. Bu saray kralların bile ağzını beş karış açık bırakacak büyüklükteydi. Dönemim modasına uygun şekilde en pahalı mermerle sahip olan bu saray en güzel mücevhere sahip çok güzel bir kadına benziyordu. Etrafını dört köşe çevreleyen bu duvarların arasındaki ağaçların çokluğu ve sıklığı en büyük ormanları bile kıskandıracak büyüklükteydi. Kocamla birlikte yüzlerce belki binlerce muhafızın bulunduğu bir geçitten geçerek sarayın ortasında bulunduğu gölün üstünden asma bir köprüyle geçtik. Saraya yaklaştıkça sayar büyüyordu, bu kadar büyük bu kadar ihtişamlı bir yapıyı ilk defa görüyordum hayatımda. Yanımızda yardımcı bir uşak olmasa kaybolacağımızdan şüphe duymadığım saraya giriş yaptıktan sonra uşağın olağanüstü yardımıyla bile yarım saatte kralın odasına vardık. Kralın odasına yaklaştıkça tavuk ve turta kokularının karışımından dolayı burnuma büyüleyici bir koku geliyordu. Sarayın dış dizaynında kullanılan mermer iç dizaynında da kullanılmış ve sarayın içinde de büyüleyici manzaralar yaratmayı başarmıştı.

Kralın odasının önündeki muhafızlara bizden beş adım önde yürüyen uşak bir şeyler dedikten sonra zümrüt ve elmaslarla süslenmiş 3 metreye yakın bir kapı açıldı. İçerde orta boylu, esmer kral bizi görünce kraliçeye bakarak bıyıklarını burdu ve hemen konuşmaya başladı “Merhaba Utku Aras, seni bekliyordum” . Utku hemen karşılık verdi “Emrinizdeyim kralım”, kral “Vatan ihanetten dolayı seni 5 yıl hapis ile cezalandırmaya karar verdim”, Utku “ Ama ben bir şey yapmadım”, kral “Yanındaki kadına zorla el koymak bana göre bir suçtur ve yanındaki kadın artık bizim himayemize girecektir” dedi ve Utku bir şey diyemeden bizle gelen uşak ile beraber birkaç muhafız onu götürdü. Ne yapacağımı bilemediğimden çaresizlik içinde krala baktım, kral ise “Alın, bu yaşlı kadını suya atın” dedi. Artık yapacak bir şey yoktu, zaten artık kocam da olmadığı için ve kadınların çalışmasına izin verilmediği için direnmedim ve 20 yıllık çilem böylece son bulmuş oldu.

(Visited 2 times, 1 visits today)