Dünyanın en rahatsız edici sesiyle beraber yataktan fırladım. Tahmin etmesi güç olmasa gerek ki telefonum çalıyordu. Tanımadığım bir numara olduğu için açmayıp daha sonra dönmeye karar verdim. Tekrar uyumaya çalıştım ama nafile. Bir türlü uykuya giremiyordum.
Kalkıp üstüme bir şal aldım ve mutfağa gittim. Bitkinliğimi gidersin diye kendime bir kahve hazırladım. Balkondaki koltuğa oturup kahvemi içtim. Beni uykumdan eden numarayı aradım. İki gündür şirkete gitmediğim için kovulduğum söylendi. Başta algılayamadım, sonra iş başvurusu yaptığımı anımsadım. Durumu tam anlamaya çalıştım. Beni ofise çağırdılar.
Birkaç gün önce iş için yaptığım başvuru kabul edilmiş ama benim bundan haberim yoktu. Hazırlanıp dışarı çıktım. Fakat arabamı nereye park ettiğimi hatırlayamadım. Evin etrafında bir tur dolandıysam da hiçbir şekilde arabayı göremedim. Anahtarın kapı açma düğmesine bastım, tam önümdeki arabanın farları göz kırptı. O sırada o kadar yabancı gelmişti ki direksiyon başına oturduğumda bile alışmam zaman aldı.
Söylenen adrese vardığımda binayı iyice inceledim. İki görevlinin bulunduğu büyük manuel döner kapıdan içeri girdim. Yetkili birinden patronun odasının yerini öğrendim. Merdivenlerden yukarı doğru çıktım. Birinci kata geldiğimde “Acaba bir kat daha çıkmam gerekiyor mu?” diye düşündüm. Benim olduğum tarafa doğru yürüyen birine daha sordum. İleriyi işaret etti, teşekkür edip gittim.
Odaya girdim, pek de memnun olmayan bir yüzle karşılandım. Direkt olarak açıklamaya çalıştım. Başvurumun kabul edildiğinden haberdar olmadığımı söyledim. Gözlerindeki öfke, şaşkınlığa dönüşmüştü. “Bir haftadır şirketimizin bir parçasısın, dün gelmediğinde yine bu durumu yaşadık. Aynı konuları yeniden konuşmak istemiyorum. Bence bir doktora görünsen iyi olur.” Duyduklarıma inanamadım. Şok oldum.
Binadan çıktım ve arabaya bindim. Doktora gitmeyi düşünmüyordum. Eve doğru yol aldım. Otoparka gelince sabahki park yerinin dolu olduğunu gördüm. Bu sefer arabayı daha göz önünde bulunan bir yere park ettim.
Asansörle on ikinci kata çıktım. Kapının önüne geçtim. Anahtarı cebimde ararken olanları düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kapıyı açtığımda ise daha büyük bir sürpriz! Kendi evimde tanımadığım birden fazla yüz. Biri mavi kanepeye uzanmış televizyondaki sabah programını izliyor, biri aynı kanepenin diğer ucunda uyukluyor, bir diğeri ise bilgisayar başında tahminimce metin yazıyordu.
Yazıyla uğraşan “Hoş geldin!” dedi. Bense öylece hiçbir şey yapamadan kalmıştım. Neden burada olduklarını sordum, en az benim kadar şaşkın bir ifadeye büründüler. Tuhaf bir konuşma sonunda ev arkadaşları olduğumuzu anladım. Ama herhangi bir mana bulamadım. Bana sorular sormaya başladılar lakin onları tatmin edici cevaplar veremiyordum.
Beraber hastaneye gittik. Muayene olmaya girdim. Kaşları yay gibi, kırışık ve oldukça geniş bir alına sahip olan bir doktora derdimi anlattım. Birkaç test yaptı, sonrasında arkadaşlarım –her ne kadar hatırlamasam da beni tanıdıklarına emin olduklarım- ile konuştu.
Konuşmaların bitmesini beklerken masada gözüme bir şey takıldı. Ayağa kalktım raporu bana düz olacak şekilde çevirdim ve yazan şey tüylerimi ürpertti. “Orta derece alzaymır teşhisi”